http://lovepowerman.com

KİMYÂ-YI SAÂDET İMAM-I GAZALİ KENDİNİ TANIMAK-5

16 Temmuz 2010 | Kategori: Tasavvuf

KİMYÂ-YI SAÂDET İMAM-I GAZALİ KENDİNİ TANIMAK-5

6. KISIM: BU DÜNYADA CENNET VE CEHENNEM GÖRÜLEBİLİR Mİ?

SORU: Siz ruhun ölmediğini, sadece vücuttan ayrıldığını söylüyorsunuz.Oysa bazıları ruhun ölümle yok olduğunu, sonradan
tekrar yaratıldığını ileri sürerler. Ne dersiniz?

CEVAP: Ruhun öldüğünü ileri sürenler keskin görüşten yoksundurlar. Zira ayet ve hadisler, ölümden sonra ruhun yerinde
kaldığını kesin olarak belirtmişlerdir.Ölümden sonra iki çeşit ruh vardır.

a) Kötülerin (Kâfirlerin) ruhları,

b) İyilerin ruhları.

İyilerin ruhları hakkında,Yüce Allah buyuruyor ki:”Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın. Onlar diridirler, Rablarının
yanında rızıklarını alır ve Allah’ın onlara verdiği nimetlere sevinirler.” ALİ İMRAN SURESİ, Ayet : 169-170
Peygamberimiz, Bedir savaşında ölen Kâfirlerin ruhlarına hitap etti. Ashab onların ölmüş olduklarını söyleyince,Peygamberimiz buyuruyor ki: “Muhammed’in nefsini kudret elinde bulunduran, Allah’a yemin ederim ki,onlar sözlerimi sizden daha iyi işitirler.Fakat cevap veremezler.” Ölüler hakkında söylenenleri araştıranlar, şeriatta ruhların ölümünün söz konusu olmadığını, ancak ölümle sıfatının veya yerinin değişeceğini bilirler.O halde ölümle, ruhtan ve onun bilicilik gibi sıfatlarının özelliklerinden bir şey eksilmiyor. Fakat beyin ve organların ürünü olan his , hareket ve hayal,ölünce yok olur. İnsan buradan yalnız olarak gittiği gibi orada da yalnız kalır. At öldüğünde binicisinde bir değişiklik olmaz. Eğer dokumacı ise yine dokumacı olarak kalır, âlim olmaz. Fakat atı öldüğünde uyukluyorsa gözlerini açar. Yaya olarak yürümeğe başlar.Vücutta ruhun binek hayvanıdır. Binek hayvanı öldüğünde ruhta bir değişme olmaz. Sadece gözleri kapalı ise açılır,gerçeklerin farkına varır.Bu yüzden tasavvuf yolunun başlangıcında olduğu gibi kendinden ve duygularından kopup, aslına inerek Yüce Allah’ı devamlı olarak ananlara,ahiretin çeşitli durumları görünür, onu zevkle seyrederler. Bu sırada
onların durumu ölülerinkine yakın olur. Zira hayvani duyguları normal yaradılışından bir şey kaybetmediği halde kendini unutmuş ,kendi kendine karşı durgunluk, his sizlik meydana gelmiş , böylece gerçek varlığına dönmesi sebebiyle, onlardan ilgisini kesmiştir.Öyle ise diğer insanların ancak öldükten sonra görebildiklerini, bu kimseler, bu halleriyle daha dünyada iken görürler. Sonradan kendilerine gelip hisler âlemine dönünce, çoğunlukla gördüklerini unuturlar. Fakat yine de bir iz,bir örnek kalır: Eğer cennet gösterilmişse kendisinde onun huzuru, rahatı, sevinç ve mutluluğu kalır. Eğer cehennemi göstermişlerde,kendisinde onun acı ve mutsuzluğu kalır. Eğer hafızasında gördükleri hakkında bir şey kalmışsa, nasıl olduklarını anlatır. Fakat hayal hazinesi,anlatmak istediğini, hatırında kolayca kalabilen bir şeye benzetir. Ondan
öylece bahs eder. Peygamberimiz namazda elini kaldırıp şöyle buyurdu: “Cennet üzümlerinden bir salkımı bana arzettiler. Onu bu dünyaya getirmek istedim.” Bahis konusu olan üzüm salkımının bu dünyaya getirilebileceği sanılmasın. Belki de böyle bir şey imkansızdır. Eğer mümkün olsaydı getirir. Ancak ona kalb gözünün görebileceği bir şekilde gösterilmiştir.Bunun imkansız olduğunun aslımı bilmek çok uzun sürer. Her kesin öğrenmesi de gereksizdir.Âlimlerin bu husustaki görüşleri arasında fark vardır. Bir kısmı “Üzüm salkımının nasıl olduğunu Peygamberden başka kimse bilmez ve ondan başkası da görmedi” der. Bir kısmı da “Peygamber namaz içinde hiç elini oynatmadı” der. Yapılacak çok az bir hareket, namazı bozmaz denmesinin sebebi bundandır. İkinci sınıf âlim bu hareketin gerçek anlamını çok merak eder.Daha önceki ve sonrakilerin ilmi budur zannederler. Bu durumu bilen,fakat bununla yetinmeyip başka şeyle meşgul olan, bu şeyleri onlara Cebrail söyler diyen, gerçeklerden ve şeriat ilminden uzaklaşmıştır.Demek istiyorumki, Peygamberimiz cennetten haber vermesi, taklid veya Cebrail(A.S.)’den işitme yoluyla olduğu sanılmasın, Cebrail(A..S.)’dan dinlemekle, kendi girip görmek arasında fark vardır. Cebrail(A.S.) sadece anlatır veya bildirir. Halbuki Peygamberimiz cenneti gördü. Cennet bu dünyadan tamamen görülemez. Onun için Peygamberimiz bu dünyadan
çekilip o âleme gitti. Bir nevi miraca çıktı. Cenneti görüp döndü.Dünyadan çekilmek, kaybolmak iki şekilde olur:Biri, hayvani ruhun ölmesiyle; diğeri, hayvani ruhun kendinden geçiş ,uyuşmasıyle.Bu dünyada, his ve duygular ile cennet görülemez. Yedi kat yerin ve göğün ceviz kabuğuna sığmaması gibi, cennetten ufak bir parça bile bu dünyaya sığamaz. Kulağın gök ve yer şekillerini anlamasının, gözün görmesinden farklı olması gibi, bu dünyadaki bütün duygular, cennetin lezzetlerini anlamaktan uzaktırlar. O âlemin duyguları daha başkadır.

7. KISIM: MEZARDAKİ AZABIN (İŞKENCENİN) ANLAMI

Sıra, kabir azabını anlatmağa geldi. Kabir azabı iki kısımdır: Biri ruhani,diğeride cismanidir. Cismani olanı herkes bilir. Ruhani olanı ise kendini,aslını bilenden baş kası bilemez. Ruhun aslını bilmek, kendi asıl varlığı ile var olduğunu, vücudun sadece bu varlığı ayakta tutacak bir kalıp olduğunu, asıl varlığının ölümden sonrada mevcut olacağını bilmektir.Ölüm de sadece gözün, elin, ayağın, kulağın ve bütün hislerin yok olması,hislerin yok olmasıyla da, eş, evlat , mal, mülk, ev,hizmetçi,akraba,yakınlar, hatta yer, gök ve hisle anlaşılan bütün şeylerin kendisinden alınmasıdır. Ruhunun aslının bilen, bunları bilir.Eğer bu şeyleri seviyorsa, varlığını bunlara vermişse, ayrılırken tabii olarak çok üzülür, işkence çeker. Eğer bunlardan vazgeçmiş ve dünyada iken hiç birisine tutulmamış ise hatta ölümü arzular bir durumdaysa, ölümle rahata kavuşur.Dünyada iken Yüce Allah’ı sevmiş onu devamlı olarak anmayı kendisine alışkanlık edinmiş dünya ile uğraşmayı gereksiz bulup,bütün varlığıyla kendini O’na adamış ise öldüğünde, aradaki üzücü ve düşündürücü şeylerden kurtularak sevdiğine kavuşur.Böylece mutlu ve bahtiyar olur.Kendi aslını tanıdığı ve ölümden sonra da var olacağını bildiği halde,bü tün arzu ve sevgisini dünyaya bağlıyan birisinin ölünce, sevdiklerinden ayrıldığı için acı ve üzüntü duyacağı şüphesizdir.Peygamberimiz buyuruyor ki: “Dünyalık neyi seversen sev, muhakkak ki ondan ayrılacaksın.” Allah’tan başkasını sevmeyen, dünyayı ve içindekilerini düşman bilen,dünyadan ancak kendi azığını alan bir kimsenin, ölünce sıkıntıdan kurtulup, rahata kavuşacağıda yine şüphesizdir. Bu iki durumu düşünüp anlayan bir kimsenin, kabir azabının varlığı ve bu azabın Allah yolunda gidenlere olmayacağı hakkında şüphesi kalmaz. Dünya herkesin geçici olarak konakladığı bir evdir, fakat inanan için ayrı, inanmayan için ayrı değerdedir. Bu hususta,Peygamberimiz buyuruyor ki: “Dünya müminlerin zindanı, Kâfirlerin cennetidir.”

8. KISIM: KABİR AZABININ ASLI VE DERECELERİ

Kabir azabının aslı, dünya sevgisidir. Fakat şiddet derecesi ayrıdır. Azlığı,çokluğu dünya sevgisine göre değişir. Dünyayı çok seven çok, az seven az azap görür. Demek ki azap, kalbin dünyaya bağlanmasının sevmesinin sonucudur. Yoksa mal, mülk, hizmetçi, hayvan, mevki, büyüklük ve bütün dünya nimetlerine sahip olması, kalbin bunların tümüne bağlı olması şeklinde değil.Örneğin bu dünyada birisine bir atının çalındığını söylese, on atının çalınmasından daha az üzülür. Eğer bütün malını alsalar, malının yarısının alınmasından daha fazla üzülür ve ıstırap çeker. Bütün malının alınmasınada, eşinin ve çocuklarının götürülüp yalnız başına kalmasından daha az üzülür. Ölüm de, malının, eşinin, evladının, dünyada sahip olduğu her şeyin kendisinden alınması, yalnız başına bırakılmas ıdır.O halde, herkesin cezası, dünyaya olan sevgisi ve ondan ayrı bırakılması miktarıncadır.Yüce Allah buyuruyor ki: “Bu şiddetli azap onlara, dünya hayatını ahiretten üstün tutup sevmeleri
sebebiyledir.” NAHL SURESİ, Ayet : 107
Ayeti celiledede belirtildiği gibi, dünya nimetlerini sevimli gören, onlara bağlanan kimselerin azapları çok şiddetli olur.Peygamber efendimiz ashaba sordu: “Muhakkak ki ona dar bir geçim vardı” TAHA: 124 ayeti kerimesinin anlamı nedir bilir misiniz? Ashab-ı Kiram: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dediler.Peygamberimiz (S.A.S.) buyurdu ki: “Kâfirin işkencesi mezardadır, doksan dokuz ejderhayı ona musallat ederler. Ejderhanın ne olduğunu bilirmisiniz? Ejderha büyük, kocaman yılandır. Her yılanın dokuz başı vardır. Onu sokarlar, yalarlar ve üzerine üflerler. Bu durum kıyamete kadar devam eder.”Sağgörü sahipleri bu ejderhaları, ruh gözüyle görürler. Bazı akılsızlar: “Biz mezarlara baktık, bunlardan hiçbirini görmedik. Eğer mezarlarda böyle bir şey olsaydı, gözlerimiz keskindir, biz de görürdük” derler. Ejderha, ölenin ruhundadır. Onun ruhundan çıkmaz ki, başkaları görebilsin. Hatta ölümden önce bu ejderha onların içindeydi, fakat bundan habersizdirler,
bilmiyorlard ı. Çünkü ejderha onların sıfatlarından meydana gelmiştir.Başlarının sayısı da kötü ahlaklarının miktarları kadardır. Ayrıca dünya sevgisinden dolayı meydana gelen kin, şöhret hayranlığı ve bunun gibi kötülükler sayısınca kendisinde başlar meydana gelir. Bu ejderhanın nasıl olduğu ve ne kadar çok başının bulunduğu, gerçek görüşlülüğün aydınlığıyla anlaşılabilir. Sayıları da ancak peygamberlik ışığıyla bilinebilir.Çünkü peygamberler kötü ahlakların sayısını bilirler, biz bilemeyiz.Öyleyse ejderha, Allah ve Resulünü inkar edenlerin ruhlarının içine yerleşmiştir ve görünmez. Bu küfrü Allah ve Resulünü bilmediğinden değil,belki bütün sevgisini dünyaya verdiği içindir. Bu hususta,Yüce Allah buyuruyor ki:”Bu şiddetli azap onlara, dünya hayatını, ahiretten üstün tutup sevmelerinden dolayıdır.” NAHL SURESİ, Ayet : 107
Yine Yüce Allah buyuruyor ki: “Kâfir olanlara, ateşe sunuldukları gün şöyle denir: Dünya hayatınızda bütün zevklerinizi yaşayıp bitirdiniz ve yalnız dünyadan faydalandınız.” AHKAF SURESİ, Ayet : 20
Eğer ejderha onun dışında olsaydı daha kolay olurdu. Zira ondan ayrılabilirdi. Fakat ruhuna yerleşmiş olduğundan ve asıl kendi sıfatı bulunduğundan ondan nasıl kaçabilir?Birisinin cariyesini sattıktan sonra ona aşık olması gib i ruhta bulunan ve
onu sokan ejderha da, ona aşıktır. Kalbte gizlidir ve bugüne kadar acısını da hissetmemiştir. İnsanın ölümden önce kalbinde bulunan doksan dokuz ejderhadan acı duymaması, onlardan haberi olmadığı içindir. Aşık maşukuyla olunca mutluluk duyar, ayrıldığı zaman da üzülür. Çünkü aşk ve sevgi olayınca ayrılma halinde üzüntü de olmaz. Bunun gibi, dünyadaiken rahata sebep olan dünya sevgisi ve aşkı, ayrılıkta azaba sebep olur. Mevki sevgisi ejderha gibi, mal sevgisi yılan gibi, saray ve ev sevgisi akrep gibi ve benzerleri nice sevgiler insan kalbini sokar ve kemirirler.Cariyenin aşığı, ondan ayrılmanın verdiği dertten kurtulmak için kendini suya, ateşe atmak ister veya bir akrebin kendisini s okmasını diler. İnsan da kabirde azap çekerken, dünyada bildiği akrep ve yılanın kendisini incitmesini, ızdırap vermesini ister. Zira bu acılar vücuda olmakta ve
dışardan gelmektedir. Ruhtaki ejderha ise ruhun içinde olup, gözle görülmez.Demek ki herkes azabının sebebini dünyadan, kalbleriyle götürmektedir.Bunun için,Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Bu ceza, (dünyada) yaptıklarınızın size iadesinden başka bir şey değildir.”Yüce Allah buyuruyor ki
“Eğer kesin bir bilgi ile bilseydiniz, elbet te cehennemi görürdünüz.” TEKASÜR SURESİ, Ayet : 5 – 7
Yine Yüce Allah buyuruyor ki: “Cehennem Kâfirleri elbette kuşatıcı, içine alıcıdır.” TEVBE SURESİ, Ayet: 39 ANKEBÛT SURESİ, Ayet: 54
Dikkat edilirse cehennem, onları kuş atıcıdır, onlarla beraberdir,buyruluyor, onları kuşatacaktır, buyrulmuyor.

9. KISIM: MEZARDAKİ EJDERHALAR GÖZLE GÖRÜLMEZ

“Şeriatın açık hükümlerine göre mezardaki ejderhalar normal gözlerle görülebilir. Oysa ruhun içindeki ejderhalar, görülür cinsten değildir” diye iddiada bulunanlara derizki, bu ejderhalar görülebilir. Ama ancak ölüler görür. Bu dünyada olanlar göremez. Çünkü o âleme mahsus şeyler, bu dünya gözü ile görülemez.Bu ejderhalar, dünyada bulundukları şekilleriyle, ölüye görünürler yaşayanlar göremezler. Buna, uyuyan bir kimsenin, uykusunda kendisini yılan soktuğunu gördüğü halde, yanında oturanın bunu görmemesini örnek gösterebiliriz. Bu yılan uyuyan için vardır ve acısını o his setmektedir.Uyanık olan kimse için ise yoktur. Uyanık olanın bu yılanı görmemesi,diğerinin acısından bir şey azaltmaz.Bir kimsenin uykusunda kendisini yılan soktuğunu görmesi,bir düşmanından sıkıntı göreceğine işarettir. Rüyada görülen yılanın verdiği acı ve sıkıntı ruha dolmakta ve kalbe gelmektedir. Fakat bu dünyada bir şeye benzetilmek istendiğinden yılan olur. Düşmanı kendisine üstün
gelirse “zaten bunun rüyasını görmüştüm” der. Sonra da, ” keşke beni yılan soksaydı da, bu düşmanım arzusuna kavuşmasaydı” diye söylenir. Çünkü kalbinde duyduğu bu üzüntü yılanın vücuduna verdiğinkinden daha fazla gelmektedir. O halde, böyle bir yılan yoktur, onu ısıran sadece bir hayaldir demek büyük bir hatadır. Bilakis o yılan mevcuttur.Mevcudunun manası “bulunan” yokun manası da “bulunmayan” demektir.
Rüyada görülen herşey, başkası tarafından her ne kadar fark edilmese bile,gören için vardır. Birinin göremedikleri, baş kaları için var olsa bile onun için bulunmayan bir şeydir. Azap ve azabın sebebi de ölüye ve uyuyana olmaktadır. Ölmeyenler veya uyanık olanlar görmeseler bile. Bunu gören için neden noksanlık olsun ? Yalnız ölü ile uyuyan arasında fark vardır: uyuyan çabuk uyanıp bu azaptan kurtulabiliyor. Bunun için o işkenceye, hayali diyorlar. Fakat ölü,devamlı olarak azapta kalır. Çünkü ölümün sonu yoktur.Bu dünyada his olunanlar da onunla kalıyor.Kur’an-ı Kerimde ve şeriatta bu yılan akrep ve ejderhaların kabirde bulunduğu söylenmiyor ki, herkes onları gözleriyle görsün ve görülen şeyler listesine girsin. Ama uyuduğu için bu dünyadan uzaklaşanlara, bu ölünün durumu gösterilirse, onu yılan ve akrepler arasında görürler. Çünkü
diğer insanlara uykuda verilenler, bunlara uyanıkken verilir. Onların bu dünya ile meşgul olmaları, öbür dünyanın işlerini görmelerine engel olmaz.Bazıları, mezara baktıklarında bir şey görmedikleri için kabir azabını inkar edenler. Onun içi bu konuyu böyle genişçe izah ettik. Onların kabir azabını inkar etmeleri, öbür dünyanın işlerini anlamamalarından ileri gelir.

10. KISIM: KABİR AZABI HERKES İÇİN YOKTUR

SORU: Eğer kabir azabının sebebi dünyaya bağlanmak ise bundan hiç kimse kurtulamaz. Çünkü kadın, evlat , mal ve yüksek bir
mevkiyi herkes sever. O halde herkes kabir azabını çekecek, bundan hiç kimse kurtulamayacakmıdır?

CEVAP: Durum bu şekilde değildir. Öyle insanlar vardır ki, dünyadan vazgeçmiş , ondan hiçbir zevk ve rahat almaz olmuşlardır. Dünya malını önemsemeyen birçok fakir Müslüman böyledir. Zenginlere gelince, onlar da ikiye ayrılırlar: Bir kısmı bu dünyayı sever ama Yüce Allah’ı ondan da çok severler. Böyleleri için de kabir azabı yoktur. Bu durumda olanları şöyle bir örnekle açıklayalım.Birisinin evi ve villası vardır, bunları seviyor da. Fakat önderliği,saltanatı, sarayı ve çift liği daha çok s eviyor. Eğer padiş ahın emri ile ona bir şehrin valiliği verilse, o vazifeyi yapmak için sevdiği evinden veya
şehrinden ayrılmakla hiç üzülmez. Çünkü tutkunluk derecesinde olan valilik sevgisi, evin ve şehrin sevgisini siler, onlardan iz bile bırakmaz.Burda olduğu gibi, Peygamber, evliya ve zahidlerin kalbi, kadına, evlada,şehire veya vatana yakınlık duysa bile, Allah sevgisi ve ona yakın olmasının verdiği zevk diğerlerini siler, yok eder. Bu zevk de ölümle meydana gelir. O halde böyle kimseler kabir azabına uğramazlar.Bir kısım zenginler de dünyayı ve içindekileri Allah’tan daha fazla severler.Kalbleri dünya ile daha fazla meşgul olur. İşte bunlar azaptan kurtulamazlar. Bu tür zenginlerin miktarı daha çoktur. Böyleleri için:
Yüce Allah buyuruyor ki: “Sizden cehenneme uğramayacak insan katiyyen yoktur.Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtaracağız. Kâfirleri ise toptan cehennemde bırakacağız.”MERYEM SURESİ, Ayet : 71-72 Böyle kimselere bir süre azab çektirilir, kalblerinde birikmiş olan dünya sevgisini unuturlar.Kalblerine Allah sevgisi tekrar yerleşmeye başlar. Bu,bir sarayı diğerinden, bir şehri başka şehirden, bir kadını başka bir kadından daha çok seven bir kimseye benzer. Böyle birisi çok sevdiğinden ayırıp, daha az sevdiği diğerine bırakılırsa, bir süre çok sevdiğinden ayrıldığı için üzülür, ama daha sonra unutur. İşte kalbte olan Allah sevgisinin aslı, uzun zamandan sonra tekrar ortaya çıkar.Fakat Yüce Allah ‘ı hiçbir zaman sevmeyen, devamlı olarak o azapta kalır.Zira o, daima Allah’tan uzak kalmayı seviyordu. Onu dünya sevgisinden hangi bahane kurtarabilir? Kâfirlerin devamlı olarak azapta kalmalarının sebeplerinden birisi budur.Herkes : “Ben Yüce Allah ‘ı severim” veya “Ben Yüce Allah ‘ı dünyadan daha çok severim” diye iddia eder. Fakat bunun şöyle bir ayarı, terazisi vardır: Allah’ın gönderdiği şeriatın yasakladığı bir şeyi, kendisi arzulayıp istediğinde kalbini Allah’ın emrine doğru meyletmiş , yaklaşmış görüyorsa,o Allah’ı dala çok seviyor demektir. İki kimseyi de seven birisi,sevdiklerinin arasında bir ihtilaf çıktığında, kendisini daha çok sevdiğinin tarafında görür ve onu daha çok sevdiğini bununla anlar. Böylece kalp Allah ‘ın emirleri doğrultusunda hareket etmedikçe, dil ile söylemenin hiçbir faydası yoktur.Çünkü söylenen yalandır.Peygamberimiz buyuruyor ki: “La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur) diyenler, daima kendilerini Yüce Allah’ın azabından koruyorlar. Bu, dünya işlerini, din işlerine tercih edinceye kadar devam eder. Dünyayı dine tercih edip de, La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur) dedikleri zaman, Yüce Allah onlara: Yalan
söylüyorsunuz. Bu işten sonra La ilahe illallah demeniz yalan olur, der. ” Buradan basiret sahiplerinin kalp gözleriyle, kabir azabından nasıl kurtulacağını görmelerini, insanların çoğunun kurtulamayacağını, fakat tıpkı dünyaya bağlılıklarının farklı olması gibi, azablarının süre ve kuvvet bakımından çok farklı bulunduğunu anlamak mümkündür.

11. KISIM: KABİR AZABINDAN KURTULMAYI DENEMENİN YOLU

Kendini beğenmiş ve aldanmış olan bazı akılsızlar derler ki: “Eğer kabir azabı varsa, biz onu görmeyeceğiz. Çünkü bizim onunla hiçbir ilgimiz yoktur. Onun varlığıyla yokluğu bizim için aynıdır.” Bu boş bir iddiadır. Tecrübe etmeyince anlaş ılmaz. Bu iddiada bulunan birisiz hırsız bir şeyini çaldığında yahut kendisi için çok kıymet li olan bir eşyasını arkadaşını verdiğinde, yahut onu sevenler ondan yüz çevirdiği zaman ya da kendisini kötüledikleri zaman kalbinde hiçbir şey duymaz,
sanki bir başkasının malı çalınmış veya bir başkasının sevdiği şey elinden çıkmış gibi davranırsa, bu iddiası doğru olur. O zaman, ben böyleyim deyip, gururlanabilir. Malı çalınmayana, sevenleri ondan yüz çevirmeyenedek anlaşılamaz. Böyle birisi,malı kendisinden uzaklaştırması ve kabullerden kaçınması lazımdır ki kendini denesin ve sonra kendine güvensin. Birçok insan eş ve cariyeleri ile hiç ilgileri olmadığını zannedip boş adıktan sonra ve sattıktan sonra, kalplerinde bulunan örtülü aşk açığa çıkar, deli divane olur.O halde kabir azabından kurtulmak isteyen, dünya ile zaruret miktarından fazla ilgilenmemelidir. Dünyayı hela gibi kabul etmeli. İhtiyaç duyduğu kadar onu aramalı ve ondan kurtulmak istemelidir. Demek ki mideye yemek doldurmak hırsı, midenin yemeği hazmedeceği kadar olmalıdır. Çünkü her ikisi de lazımdır. Diğer işlerde bunun gibidir. Kalb dünya sevgisinden,dünya meşgalesinden kurtulmazsa, ibaretlere ve Allah’ı anmaya zaman bulamaz. Allah ‘ı anma alışkanlığını kalbe hakim kılmak gerekir. Böylece bu sevgi dünya sevgisini yener. İnsan şeriata uyarak ve Yüce Allah’ın
emirlerini kendi arzu ve heveslerinden üstün tutarak böyle olduğuna kendinde delil ve vesika aramalıdır. Eğer arzu ve istekleri ona itaat ediyorsa, o zaman kabir azabından kurtulduğuna güvenebilir. Yok eğer böyle olmazsa, Yüce Allah tarafından affa uğramayınca, vücut kabir azabın dan kurtulamaz.

12. KISIM: RUHLA İLGİLİ ÜÇ ÇEŞİT CEHENNEM ATEŞİ

Şimdi de ruhani cehennemi anlatalım: Vücut araya girmeden azap yalnız ruha olduğu için buna ruhani azap diyoruz. Şu ayet i Kerime bunu gösteriyor:Yüce Allah buyuruyor ki: “Yüce Allah ‘ın tutuşturulmuş ateşidir ki, acısı yüreklere kadar çöker ve o
ateş onları kaplar.” HÜMEZE SURESİ, Ayet : 7-8
O kalbi kaplıyan bir ateştir. Vücutta ilgili olan ateş e cismani (vücut la
ilgili) denir.
Ruhla ilgili olan cehennemde üç çeşit ateş vardır: Biri, dünyaya ait arzu ve isteklerden ayrılmanın verdiği ateş .
İkincisi pişmanlık duyma, utanma ve rezil olma ateşi.
Üçüncüsü de Yüce Allah’ı görmekten mahrum ve ümitsizolma ateşidir. Bu üç ateş in üçü de, vücutla değil, ruhla ilgilidir. Bu üç ateşin sebeplerini açıklamak gerekir ki, insanların dünyadan göçerken,bunları beraberlerinde nasıl götürdükleri anlaşılsın. Biz bunların basit benzerlerini dünyadaki örneklerle açıklayacağız.

BİRİNCİ ATEŞ: Dünya arzu ve isteklerinden ayrılmanın verdiği ateştir.Bunun sebebi, kabir azabı konusunda anlattığımız gibi, kalbin yaradılışına uygun olarak aşk ve cenneti istemesidir. Sevdiğiyle beraber olmak kalbin cenneti olunca, sevdiğiyle birlikte bulunmamak ta kalbin cehennemi olur. O halde, dünyaya aşık olan, ona bağlanan kimse, dünyada iken cennettedir.
Peygamberimiz buyuruyor ki: “Dünya mü’minin cehennemi, Kâfirin ise cennet idir.” Dünyada cennette olunca, ondan ayrıldıkları ahirette de cehennemde olurlar. Çünkü onu sevdiğinden ayırmışlardır. Demek ki bir ş ey değiş ik iki
durumda hem zevke, hem de üzüntü sebep oluyor.Buna dünyadan bir örnek verelim: Yeryüzünde herşeyin kendisine itaat ettiği, herşeye hükmeden, devamlı güzel cariyeler, hizmetçiler ve kadınlarla eğelenen, muhteşem köşklerde oturan, rengarenk çiçeklerle dolu bahçelerde gezinin bir padişah düşünelim. Padişah bu zevk ve eğlence içinde keyif çatarken aniden bir düşmanı geliyor,o nu yenip kendisine hizmetçi yapıyor. Padişahı kendi milletinin gözü önünde köpeklere baktırırken, onun yanında eşiyle ve cariyeleriyle eğlenip oynuyor.Hizmetçilerine emirler yağdırıyor ve hazinesinden, padişah için çok büyük değerler taşıyan kıymetli şeyleri düşmanlarına dağıtıyor.Böyle bir durumda, padişahın vücuduna hiçbir işkence yapılmadığı halde eşinden, çocuklarından, hükümdarlığından, cariye ve mallarından ayrılmanın acısı kalbine çöker, büyük acılar his seder. Bu sıkıntı ve üzüntüden kurtulmak için öldürmeyi veya vücudunun işkencelerle,dayaklarla yakılmasını diler.Bu, anlatmak istediğimiz ateşin bir örneğidir: İnsan dünyadaiken ne kadarçok nimete sahip olursa, hükmü ne kadar geniş ve dünyadaki zevkleri ne kadar çok olursa onlardan ayrılmanın ateşi de o kadar şiddetli ve yakıcı olur. O halde dünyada çok rahat arayanların, çok şeye kavuş anların dünyaya bağlılıkları, dünya sevgileri çok fazla olduğu gibi, bunlardan ayrılırken kalblerini yakan ateş de daha şiddetli olur. O şiddetli ateşin dünyada örneğini göstermek imkansızdır. Çünkü bu dünyada kalbin çektiği ızdıraplar, tam olarak kalbe ve ruha yerleşmez; hisler ve dünya işleri kalbi meşgul eder. Meşguliyet de azabın tam olarak yerleşmesini engelleyen bir perde gibidir.Onun için böyle bir kimse, bir işle meşgul olur, dikkatini ona verirse,o
ızdırap onda azalır. Eğer bir işle uğraşmazsa, acıyı daha çok duyar. Bu yüzden üzüntü ve acı sahibi, uykudan uyanınca acı ve üzüntüsünü şiddet le hisseder. Zira uykuda iken ruhu her şeyden uzaklaşmış , yalnız kalmıştır. Yani hislerden arınmıştır.Uyandığında hisler geri gelmeden, ona ulaşan ilk şeyin acısı çok kuvvet li olmuştur.Uykudan güzel bir ses le uyanan, derin bir şekilde onun et kisinde kalır.Çünkü kalb uykudan dolayı hislerden uzaklaşmış , arınmıştır. Bununla beraber, uykuda dahi insan bu dünyada tamamen hislerden uzaklaşamaz.İnsanları hislerden ancak ölüm tamamen kurtarır. İşte o zaman,kalbin rahatı veya üzüntüsü çok büyük olur. Oradaki ateşin, dünyadaki ateşle bir benzerliği yoktur. Dünyadaki ateş , o ateşin yetmiş defa suyla yıkanmışıdır.

İKİNCİ ATEŞ: Yapılan rezaletlerden utanmanın ve pişmanlık duymanın ateşidir. Bu ateşi de yine bir örnekle açıklayalım: Bir padişahın gayet aşağı ve düzenbaz bir kimseyi yanına alıp, memleketin yönetimini ona verdiğini düşünelim. Onu kendi haremine alıyor, sırlarını ona açıyor, hazinesini ona teslim ediyor ve ona sonsuz bir güven besliyor. Aşağılık adam, bu nimetlere kavuşunca padişahın emirlerini dinlemez, nankörlük eder.Padişahın hazinesini sorumsuzca harcar, padişahın eşine ve ailesine ihanet eder, çeşitli kötülükler yapar. Oysa görünüş te padişahın emanetlerini korumaktadır.Fakat birgün yine padişahın ailesine kötülük yaparken etrafına bakar ve padişahın bir pencereden kendisini seyretmekte olduğunu görür. O anda anlar ki, padişah hergün kendisini görmüş ve hainliklerinin daha fazlalaşması için ses çıkarmamıştır. Tabi bu suçlarından dolayı herkesin gözü önünde, başkalarına ibret olsun diye öldürülecektir. Böyle bir durumda adamın, yaptığı rezilliklerin den dolayı kalbindeki utancı ve ruhundaki mahcubiyeti düşünün. Vücudunda hiçbir ağrı yoktur. Fakat mahcubiyet ve utançtan kurtulmak için yerin yedi kat dibine girmeğe çoktan razıdır.Bunun gibi insanlar da dünyada, görünüş bakımından güzel görünen, örf ve adetlere ters düşmeyen, fakat aslında kötü ve çirkin olan birçok işler yaparlar. Kıyamet te ona o işlerin aslı gösterildiğinde, rezilliği meydana çıkar, pişmanlık ve utanma ateşi ile yanar. Örneğin dünyada birisini arkasından çekiştirmişse, kıyamet te kendini, bu dünyada akrabasının etini yerken, kızartılmış tavuk yediğini, fakat dikkatli bakınca ölmüş kardeşinin eti olduğunu tanıyan kimse gibi görür. Böyle bir rezalet in büyüklüğünü ve yapan kimsenin kalbinde duyacağı ateşin acısını düşünün. İşte arkadan çekiştirmenin aslı budur. Kıyamet te meydana çıkacaktır. Bunun için rüyasında ölü eti yediğini söyleyenin rüyası başkasının arkasından çekiştirmiş olmakla yorumlanır.Birisi bir duvara taş atsa, biri gelip ona ” senin attığın taş duvardan senin evine düştü ve çocuklarının gözünü kör etti” dese, adam eve gittiğinde çocuklarının attığı taş la kör olduğunu görünce, kalbinin nasıl bir ateş le kavrulacağını, ne güç duruma düşeceğini düşün. Bu dünyada bir Müslümanı kıs kanan kimse, kıyamet gününde kıskançlığının aslını,
kendisine şu sözler söyleyen kimse gibi görünür: “Sen birini kıskanır ona düşmanlık beslerdin. Zararı ona değil sana dokunuyor. Senin dinini yok ediyor, gözlerinin ışığı kadar değerli olan ibadetlerin, iyiliklerin onun defterine geçiyor ve sen iyiliksiz kalıyorsun.” Oysa kıyamet te iyilikler, insana bu dünyada çocuklarının gözlerinden daha çok yarar. Çünkü iyilikler saadet ve kurtuluşuna sebep olacak, halbuki çocukları kıyamet te saadetine sebep olmayacaklardır. Kıyamet te,
görüntüler aslına dönüşüp ruha tabi olduğu zaman, görünen şeylerin ruha uygunluğu ve uygunsuzluğu anlaşıldığında utanmak, çirkinlik ve mahcubiyet ortaya çıkar.Uyku, ölüme yakın olduğundan, rüyadaki işler mana ve aslına uygun şekilde olur.İbni Sirin’in yanına biri gelip: “Rüyamda gördüm ki, elimde bir yüzük vardı, kadınların dişilik organlarını, erkeklerin de ağızlarını mühürlüyordum” der. İbni Sirin: “Sen ramazan ayında müezzinlik yapıp gün doğmadan ezan okurmuydun?” diye sorar. Adam evet der. Burada adamın yaptıklarını, rüyasında kendisine nasıl gösterildiğine dikkat eden. Zira ezan,görünüşte bir ses ve hatırlamadır. Ramazan ayındaki anlamı ve aslı ise yemekten ve cinsi birleşmeden alıkoymaktır. Rüyada kendisine kıyamete ait birçok örnekler gösterildiği halde, insanın dünyanın aslından habersiz olması şaşılacak şeydir. Bundan dolayı,Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kıyamet gününde dünya insanlara ihtiyar, çirkin bir kadın şeklinde gösterilir. Onu görenler: “senden Allah’a sığınırız” derler. Onlara: “uğruna kendinizi mahv ve perişan ettiğiniz dünya işte budur” denir.”
O zaman dünyayı o haliyle görenler öyle mahcup olup, öyle utanırlar ki,bu mahcubiyet ve utangaçlıktan kurtulmak için ateşe atılmak isterler.Bunu şöyle bir örneğe benzetebiliriz:Padişahın biri oğlunu evlendirir. Oğlan o gece içki içip sarhoş olur. Sonra zifaf arzusuyla dışarıya çıkıp odasına gitmek ister. Fakat yolunu şaşırıp saraydan çıkar. Bir süre yürüdükten sonra penceresinde Işık görünen bir eve rastlar. Eşinin odasına geldiğini zanneder. İçeri girdiğinde insanların uykuda olduklarını görür. Ne kadar seslenirse de hiçbir cevap alamaz. Uyuduklarını zanneder. Bu sırada üzerinde yeni bir örtü bulunan birini görür. Kendi kendine “gelin budur” der ve yanına uzanır. Üzerinden örtüyü kaldırınca, burnuna güzel bir koku gelir. O zaman
iyice emin olur ve ” şüphesiz ki gelin budur, çünkü çok güzel kokuyor” der.Gece onunla münasebette bulunur. Dilini ağzına koyduğunda, bir ıslaklık hisseder. Kendisine gülsuyu serpildiğini ve eşi tarafından yakınlık gösterildiğini zanneder.Sabah olup kendisine gelince etrafına bakınır ve oranın putperestlerin mezarlığı olduğunu görür. Uyuduklarını zannettiği kimseler, ölülerdir.Üstünde yeni bir örtü bulduğu ve gelin zannettiği ise yeni ölmüş ihtiyar çirkin bir kadındır. Burnuna gelen güzel koku, öldüğü zaman kadının vücuduna sürülen kokudur. Dili ile hissettiği ıslaklık ise, onun pisliğidir.Ölüden uzaklaşıp kendine bakınca, bütün vücudunun baştan aşağı pislik içinde olduğunu görür. Ağzında ve boğazında ölünün ağız suyunun acılığını ve pisliğini görür. Oğlan, bu rezalet , mahcubiyet ve pislik içine gömülmüş halinden utanır ve bir an evvel ölmek ister. Aynı zamanda babası veya askerleri tarafından görülmek korkusuyla tiril tiril titrer. O, bu düşünceler içinde iken kendisini aramaya çıkan padişah ve kumandanları tarafından bu pislik ve çirkinlik içinde yakalanır. O bu alçaklık ve
rezillikten kurtulmak için tekrar yerin dibine geçmeyi ister.İşte dünyayı sevenler de, kıyamette dünyanın zevk ve heveslerini bu şekilde görürler. Şehvet ve arzularının kabarıklığından kalblerinde kalan izler, o kimsenin boğazında, dilinde ve vücudunda kalan pislik ve acılıklar gibidir. Hatta ondan da kötüdür. Zira öbür dünyadaki işleri olduğu gibi anlatmak mümkün değildir. Bu örnek ancak, ruh ve kalbe ait olan utanma ve mahcubiyet ateşinden vücudun habersiz olduğunu gösteren basit bir
örnektir.

ÜÇÜNCÜ ATEŞ: Yüce Allah’ı görmekten mahrum kalmanın ve o mutluluğu ermekten ümitsiz olmanın verdiği ateştir. Bunun
sebebi,dünyadaki gerçekleri görememek ve cahilliktir. Zira böyle biri, Allah’ı bilme ilmini elde etmemiş ve kalbini Allah ‘ı anarak ve din uğrunda savaşarak temizlememiştirki, öldükten sonra Yüce Allah ona görünsün.Bunu da şöyle bir örnekle gösterebiliriz: Bir adamın, karanlık bir gecede, bir gurup insanla renkleri belli olmayan çakıl taşlarıyla dolu bir yere gitiğini düşünelim. Bütün guruptakiler ona: “Bu çakıl taşlarından taşıyabileceğin kadar al. Zira biz bunların çok kıymetli olduklarını duyduk” deseler ve her birisi taşıyabileceği kadar alsalar, o adam da: “Yarın bunların işe yarar olup olmadıklarını bilmediğin için bu ağır yükü kaldırmam ve bu kadar sıkıntıya katlanmam aptallık olur” dese, sabahleyin yüklerini alıp oradan uzaklaşsalar ve o adam da eli boş olarak onlarla beraber gitse onları aptal yerine koyup eğlenerek: “Akıllı ve zeki adam, benim gibi rahat ve hafif gider, aptal olan eşek gibi yüklenir ve mümkün olmayan şeylere açgözlülük eder” dese, fakat ortalık aydınlanıp,yüklerin cevher ve değerli taşlar olduğu meydana çıkınca, arkadaşları “niçin daha fazlasını almadık” derlerken, o adam bir tane bile olsa almamakla aldandığından ölecek gibi olur. Değerli taşlara sahip
olamamanın ateşini kalbinde kuvvetle hiss eder. Arkadaşları beraberlerinde getirdikleri taşları satıp zengin olur ve yeryüzünde birçok mevkiler elde ederken, istedikleri şeylere sahip olurken, o adamı aç, çıplak ve susuz bırakırlar. Onu hizmetlerinde işçi olarak çalıştırırlar. Bu nimetlerden birazda bana verin dediğinde, onlar: “Sen dün gece bizimle alay etmiyormuydun? Biz de bugün seninle alay ederiz” derler. Öbür dünyada da böyle olur. Nitekim,Yüce Allah buyuruyor ki
“Cehennemlikler, cennettekilere: “Bize biraz su veya Allah’ın size verdiği rızıktan gönderin” diye bağırırlar. Onlar da: “Doğrusu Allah, bunları Kâfirlere haram etti” derler.” A’RAF SURESİ, Ayet : 50
Yine Yüce Allah buyuruyor ki: “Eğer bizimle eğlenirseniz, biz de sizinle, bu eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz.”HUD SURESİ,Ayet: 38 Bu anlattığımızı cennet nimetlerinin ve Yüce Allah’ı görmenin elden kaçmasına örnek gösterebiliriz. Örnekte bahs ettiğimiz cevherler iyi amellere, o karanlık yer de bu dünyaya benzer. Cevherleri, yani iyi işleri elde etmeyenler: “İlerdeki şüpheli nimetler için, neden şimdi eziyet çekeyim?” derler. Yarın kıyamette ise yukarıda ayette geçtiği gibi, “- (Ne olur) üzerimize o sudan akıtınız” derler. Nasıl üzülmez ve hasret çekmesinler? O gün Yüce Allah’ın çeşit çeşit nimet ve mutlulukları,dünyada iken Yüce Allah’ı tanıyanlar ve iyi işler de bulunanlara akar.Dünya nimetlerinin tümü, oradakilerin bir anlığının karşılığı olamaz. Hatta cehennemden en son çıkanlara verilenler bile, dünyadakilerin on katıdır.Bu benzetmeler ölçü ve miktarla değil, nimetin ruhu, aslı iledir. O da lezzetin verdiği mutluluktur. Örneğin bir cevher için : “Bu on altın eder”denir. Burada değerlendirme ölçü ve miktar bakımı değil, asıl değer itibariyledir. Bu dünya ile öbür dünyanın nimetlerini karşılaştırmamızda böyledir.

13. KISIM: KUHTA DUYULAN ATEŞ, VÜCUDUN ÇEKTİĞİ ATEŞTEN DAHA ÇOK ACI VERİR

Yukarıda ruha ait üç çeşit ateşi yazdık. Şimdi bu ateşin, vücut için olan ateşten daha şiddetli olduğun anlatacağız.Ruha, cana etki etmedikten sonra vücudun, acılardan haberi olmaz. O halde vücudun duyduğu acı, cana ulaşır. Böylece acı artar. İş böyle olunca, ruhun, canın içinde meydana gelen ateş ve acı, muhakkak ki daha büyük olur. Bu ateş ruhun kendi içinde oluşur, dışardan içeriye gitmez.Bütün acıların nedeni, yaradılış icabı olarak kendinin zıddı olan bir şeyin onu kaplamasıdır. Vücudun yaradılış olarak icabı; bu bileşimin kendinde kalması, parçalarının ve hücrelerinin olduğu gibi sağlam kalmasıdır.Vücudun herhangi bir kısmı yara almak suretiyle birbirinden ayrılınca, zıddı meydana gelir ve acı duyar. Yara bir yeri diğerinden ayırır, aradaki hücrelere ateş düşer ve birbirinden ayrılırlar. Her hücre ayrı bir acı duyar.Bunun için yanığın acısı çok zor ve şiddetlidir. Öyle ise, kalpte yaratılışı icabı olması gereken şeyin yerine onun zıddı yerleşince, ruhta onun acısı daha büyük olur.Kalbin yaradılışının icabı Yüce Allah ‘ı bilmek ve görmektir. Ona, görmenin zıddı olan görmemezlik yerleşirse,sonsuz acı çeker. Eğer böyle olmasaydı,kalbler bu dünyada ölmeden evvel hastalığa, (Allah’ı tanıyamama hastalığına) düşmezdi. Fakat insanın eli veya ayağı uyuşup hissizleştiği zaman, bu uyuşuk organa bir ateş parçası değse,uyuşukluğunun yok olmasının nedeni o anda anlayamaz. Organ ateşe değince uyanır. Bunun gibi kalpler de dünyada uyuşuk ve hissiz olur. Bu uyuşukluk ölümle kalkar.Öldükten sonra ateş bir yolunu bulup, ruhun içinden yükselir. Bu ateş başka bir yerden gelmez. Ruh onu beraberinde götürmüş , ruhun içindedir.Fakat kesin bilgi ile bilmediği için dünyada onu görememiştir. Orada ise her şeyi kesin olarak görebildiği için onun da farkına varır.Yüce Allah buyuruyor ki:”Dikkat edin. Şayet kesin bir bilgi ile bilmiş olsaydınız, elbet te cehennemi görürdünüz.” TEKASÜR SURESİ, Ayet : 5 – 7
Şeriatın, vücudun gireceği cennet ve cehennemi uzun uzadıya anlatmasının nedeni, onların herkes tarafından anlaşılıp bilinmesi mümkün olduğu içindir. Bu sözümüzün büyüklüğünü anlamayanlar, beğenmeyenler çoktur. Küçük bir çocuğa: “Çok çalışıp öğrenmeye bak. Eğer öğrenmezsen babanın makamı ve yeri sana kalmaz, sen de o mutluluktan mahrum kalırsın” denildiğinde, çocuk bunun ne demek olduğunu anlamaz ve bu ona önemli bir şeymiş gibi görünmez. Fakat : “Bunu öğrenmezsen öğretmenin kulağını çeker” dendiğinde bundan korkar. Çünkü bunun ne demek olduğunu anlar.Öğretmenin çocuğun kulağını çekmesi doğru olduğu gibi, babasının padişahlığından mahrum kalma ateşi de doğrudur. Öğretmenin, talebinin kulağını çekmesi, onu terbiye etmek içindir. Bunun gibi vücudun göreceği cehennem vardır, doğrudur. Aynı zamanda Yüce Allah’ı görmekten mahrum kalma ateşi de doğrudur. Vücudun göreceği maddi cehennem, Yüce Allah’ı görmekten mahrum kalma cennetinin yanında, Padişahlıktan mahrum kalmanın yanında, kulağın çekilmesi gibidir.

I’ve seen so far is in perfect

http://www.lovepowerman.net

http://www.lovepowerman.com

ibrahim uzun web site admin



Yorum Yapın