KİMYÂ-YI SAÂDET İMAM-I GAZALİ KENDİNİ TANIMAK-2
16 Temmuz 2010 | Kategori: Tasavvuf
12. KISIM: BÜTÜN İNSANLAR HAK DİN ÜZERE DOĞARLAR
Yukarıda anlat tıklarımızın yalnız Peygamberlere ait olduğu sanılmasın. Zira bütün insanların özü, doğuşta buna uygundur.Hiçbir demir yoktur ki başlangıçta kendisinden âlemin görüntüsünü içine alan bir ayna yapılmasın. Ancak zamanla pas onun cevherine işler ve onu kullanılmaz hale getirir. İnsan da bunun gibidir. İlk doğduğunda tertemizdir. Zamanla dünya hırsı, şehvet ve günahlar kalbi karartır, kirletir ve paslandırır. Böyle bir kalb de bu dereceye ulaşamaz. Layıklık ve uygunluğunu yitirir.Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne ve babaları (çevreleri) onları yahudi, hıristiyan ve putperest yaparlar.”
Yüce Allah da bütün insanların bu dereceye çıkabileceğini haber veriyor:
Allah: “Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?” demişti. Onlarda:
“Evet,Rabbimizsin, şahit olduk” demiş lerdi. A’raf: 172. Akıllı birisine “iki, birden çok değilmidir?” diye sorulsa “Elbetteki çoktur” diye cevap verir. Akıllı kimse bunu hiç duymamış , söylememiş olsada bunu böyle anlar, böyle söyler ve kabul eder. Çünkü gerçeği kabul etmek doğuştandır. Yüce Allah’ı bilmek de aynı şekilde doğuş tandır.Ayette buyruluyor ki: “Eğer Kâfirlere, gökleri ve yeri kim yarattı diye sorarsan, onlar, Allah yarattı diyeceklerdir.” Lokman: 25. Başka bir ayettede:
“Allah insanları tevhid dini üzerine yaratmıştır.”
Vücudun kalbin yönetiminde ve emrinde olduğu apaçık ortadır. Fakat bilmek gerekir ki bazılarının kalbi diğerlerinkinden daha güçlü ve kuvvetlidir, meleklerin özelliklerini daha çok taşır. Böylece vücudunun dışındaki maddeler de ona itaat eder.Örneğin,korkusu bir arslanın üzerine düştüğü zaman, arslan ona itaat eder, emrine girer. Bir hastaya yardım edince, hasta sağlığına kavuşur. Bunun tersine, sağlam birisine bakarsa,hasta eder. Birisinin kendi yanına gelmesini isterse, Rum: 30 buyruluyor.Akli deliller ve tecrübeler ilede sabittirki bu yaln ız Peygamberlere mahsus değildir. Çünkü ayeti celilede de belirtildiği gibi Peygamberler de birer insandır: “(Resulüm) de ki: “Ben de sizin gibi bir insanım.” Fus s ilet: 6.Kendisine bu yol açılan kimsenin, insanları kurtuluşa çağırdığı yola şeriat denir. Bu şeriat yolu kendisine gösterilir. Böyle bir kimseye peygamber denir. Ondan meydana gelen hallere mucize denir. İnsanları doğru yola davet etmekle yükümlü olmazsa, ona veli adı verilir. Hallerine de keramet denir. Keramet sahibi olan bir velinin, insanlarla, doğru yola davette meşgul olması gerekmez. Belki, insanları doğru yola davet etmekle yükümlü olmaması ilahi gücün gereğidir. Fakat bu, şeriatın kuvvetli ve yeni olduğu,başkalarının davetine lüzum kalmadığı zamanlar için doğrudur. Veya davetin bazı şartları, velide yoktur.O halde, evliyanın ermişliklerine ve kerametlerine inancın tam olsun.Bilmek gerekir ki ilk yapılacak şey nefsin arzularına karşı koymak ve kendini ibadete vermektir. İrade ve istek burada büyük bir rol oynar. Fakat unutmamak gerekir ki her eken biçemez her giden daima hedefine ulaşamaz ve her arayan da aradığını devamlı bulamaz. Ancak bir gerçek daha var. O da kıymetli olan bir işi elde etmenin yolları da karışık ve çapraşıktır. Onu bulmak zordur. Bu yol ise bilgiçlik, anlama yolunda insanın ulaşabileceği en üs tün derecedir. Nefse karşı koyup kendini Allah yoluna adamadan ve bir yol göstericinin önderliğinden faydalanmadan bu seviyeye erişmeyi istemek doğru olmaz.Bazen nefse karşı koyup Allah yoluna kendisini adayan ve bir yol
göstericide bulan bir kimse yine de bu yola uygun olmadığı veya ezelde bu saadet o kims eye nasip edilmediği için arzusu na kavuşmaz. Dünya ilimlerinde önderlik derecesine kavuşmak ve insanın kendi arzusuyla yönverdiği işlerde de durum böyledir.
13. KISIM: GÜÇLÜLÜĞÜNDEN DOLAYI KALBİN TAŞIDIĞI ÜSTÜNLÜK
Maddi ve manevi bilgi için uğraşan bir insanın, en kıymetli serveti olan kalbde oluşan şeyleri gördük. Şimdi kalbin kuvvetli olması sebebiyle taşıdığı üstünlüğü inceleyelim. Kalbin güçlü olması meleklik özelliklerindendir. Diğer hayvanlarda yoktur.
Melekler madde âlemini emirleri altında tuttuklarında, Yüce Allah’ın izni ile insanların ihtiyaçlarını yerine getirdikleri, örneğin yağmur yağdırdıkları,fırtına koparttıkları, hayvanları ana karnında, bitkileri toprakta şekillendirdikleri vakit , her iş için meleklerin bir kısmı görevlendirilir.İnsanın kalbide meleklerin özelliğini taşır. Yani ona da madde âleminin bir
kısmına etki edebileceği bir güç ve kuvvet verilmiştir.Her insanın vücudu kendi dünyasıdır. Vücut ise kalbin yönetimindedir.
Herkes bilirki kalb, ilim ve istek parmakta değildir. Parmak kalbin emrindedir. Kalb emredince parmak hareket eder. Kalbde öfkenin görüntüsü meydana gelince, yedi organındaki damarlar açılır, kan hücum eder. Bu durum yağmura benzer.Şehvetin görüntüsü kalbde meydana gelince, bir esinti canlanır ve şehvet organına doğru iner. Yemek yemeği düşünce dilin altındaki kuvvet hemen yardım için harekete geçer ve tükrük bezleri çalışır. Böylece yiyeceği yutacak hale gelinceye kadar ıslatır.
Vücudun, kalbin tasarrufu altında olduğu ve kalbe tabi bulunduğu apaçıktır. Ancak bazı kalbler diğerlerine nazaran daha güçlü ve üstündür.Çevresinde bulunan şeylere böylece güçlü kalbler etki eder ve yönetir.Örneğin hastayı iyileştirir. Sağlamı hasta eder. Yanına birisinin gelmesini dileyince, o kimsenin duygularında o yönde bir hareket meydana gelir.Yağmur yağmasını istediği zaman yağmur yağar.Bütün bunların mümkün olduğu akli deliller ve tecrübe ile bilinmektedir.Göz değmesi ve büyü denilen şeyler de bu gibi olaylardan yani insanların maddelere tesir ettiği şeyler kısmındadır. Hatta, bazen bu tesir edici kuvvet hayret edici kötü bir duygu olur, gördüğü güzel bir ata, haset gözüyle bakar, atın yok olmasını ister, o atda yok olur.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Göz (nazar), insanı mezara, deveyi tencereye koyar.”
Bu da kalbin şaşılacak durumlarından biridir. Bu özelliklerin kendisinde bulunduğu bir kimse, insanları gerçek dine davet edici ise bu durumlarına mucize denir. Davet edici değil ise keramet denir. Bu durumları hayırlı işlerde meydana gelirse ona nebi veya veli denir. Kötü işlerde meydana gelirse ona büyücü denir. Keramet , mucize ve büyü insanın kalbindeki en büyük güçlerdir. Gerçi aralarında büyük farklar vardır, ama kitabımızın konusu bu değildir.
14. KISIM: PEYGAMBERLİĞİN VE EVLİYALIĞIN ASLI
Buraya kadar anlattıklarımızı bilmeyen peygamberliğin gerçek mahiyeti hakkında hiçbir şey bilmiyor demektir. Bildiği, sadece peygamberlik ve evliyalığın, kalbin üstün derecelerinden biri olduğudur. Bunu da gördüğü veya işittiği için bilmektedir.
Peygamberliğin meydana gelmesinde üç özellik vardır:
Birincisi: Bütün insanların uykuda gördüklerini, onlar uyanıkken gösterilir.
İkincisi: Bütün insanlar ancak kendi duygularına hükmederler. Oysa peygamberler, başkalarının duygularına da etki ederler.
Örneğin insanları kurtuluşa erdirirler ve insanlar, onlardan kötülük görmezler.
Üçüncüsü: insanların çalışarak elde ettiği bilgiler, onların kalblerine,kims eden öğrenmeksizin meydana gelir. Zaten zeki ve
temiz kalbli bir kimsenin aklına, hiç kimseden öğrenmeden bir takım bilgilerin gelmesi doğaldır. O halde temiz ve çok güçlü bir kalbe sahip olanlar bütün ilimleri veya birçok ilimleri kendiliklerinden bilebilirler. Buna ilm-iledünni (Allah’tan gelen ilim) denir.Yüce Allah buyuruyor ki:
“Ona katımızdan ilim öğrettik.” EL-KEHF SÜRESİ, Ayet : 65
Bu üç özelliğin kendisinde toplandığı bir kimse, büyük peygamberlerden veya büyük velilerdendir. Saydığımız özelliklerden birisinin bulunmasıda bu derecelerden birisinin elde edilmesini sağlayabilir. Fakat aralarında büyük farklar vardır. Çünkü bazıları bu özelliklerin her birisinden bir kısmını, bazıları da tümünü almışlardır.Bizim peygamberimizin üstünlük ve eksiksizliği, bu üç özelliğinde tam olarak kendisinde bulunmasından ileri gelir. Yüce Allah insanların peygamberlere uymaları ve kurtuluş yolunu onlardan öğrenmeleri için,peygamberlik makamını öğrenebilmelerini isteyince; herkese bu üç özellikten bir numune verdi. Bir özelliğin numunesi rüya hali, bir özelliğin numunesi düşünebilme kabiliyeti, bir özelliğin numunesi de ilim ve doğru düşünmektir.Bir şeyin örneği olmadan insanın o şeyi bilmesi mümkün değildir. Örneği olmayan bir şekil düşünülmez, anlaşılamaz. Bunun içindir ki hiç kimse Yüce Allah ‘ın gerçeğini tamamen bilemez. Ancak Yüce Allah kendis i bilir.O halde Peygamber ve evliyalarda, yukarıda saydığımız üç özellikten daha baş ka özellikler olabilir. Ama biz bilemeyiz. Çünkü o özelliklerin bizde örnekleri yoktur. Öyleyse, Yüce Allah’ı kendisinden baş ka hiç kimse tam olarak bilemez dediğimiz gibi. Peygamber efendimizi de kendisinden ve daha üstün olanlardan başkası tam olarak bilemez diyebiliriz. Buradan anlaşıld ığına göre peygamberlerin kıymetini tam olarak ancak yine Peygamberler bilebilir. Bizim için bu dereceler fazla belirli değildir.
Eğer uykumuz olmasaydı ve birisi bir uykuyu anlatıp: “Bir kimse hareket edemez, göremez, işitemez ve konuşamaz olduğu halde yarın ne olacağını bilir. Halbuki görse ve işitseydi, bunu bilemezdi” deseydi biz katiyyen buna inanmazdık. Çünkü insanoğlu görmediğine inanmaz. Bunun için Yüce Allah buyuruyor ki:
“Hatta hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeye inanmazlar.. Onların aklına onun anlamı ve yorumuda gelmez.”
Ve yine Yüce Allah buyuruyor ki:
“(Kâfirler) Ona yol bulamayınca, Kur’an için, bu eski bir iftira ve yalandır,derler.”
Peygamber ve evliyalarda, diğer insanların hiç bilmediği bazı özelliklerin bulunmasına şaşmamak gerek. Onlar bu özelliklerden dolayı büyük zevk alırlar ve kıymetli hallere kavuşurlar. Bu durum şuna benzer: Bir kimsenin şiire karşı zevki yoksa, vezinle yazılmış bir şiiri dinlerken pek tad alamaz.Birisi ona bu şiirin anlamını açıklamaya çalışsa, anlatamaz. Çünkü onun bu
branştan haberi yoktur.Yine anadan kör doğan birisi, hiçbir zaman renklerin manasını ve onları görmenin zevkini anlayamaz. O halde Yüce Allah’ın Peygamberlere,Peygamberlik derecesini verdikten sonra, idrak ve anlayış bahşetmesine şaşmamalı. Zira, o dereceye kavuşmayanın, bundan haberi olmaz.
15. KISIM: BAZI İLİMLERİN İNSANI GERÇEĞE VARMAKTAN ALIKOYMASI
Buraya kadar yazdıklarımızda kalbin üstünlüklerini anlattık ve tasavvufçuların yolunu açıkladık. Sofilerden duyduğun:
“İlim, bu yolda perdedir” sözüne sakın inanmamazlık etme, çünkü doğrudur: His ve duygu organları vasıtasıyla meydana gelen ilimlerle meşgul olmak ve yalnız onlarla uğraşmak, insanı bundan mahrum eder.Kalb bir havuz, beş duyu organı da bu havuza dışardan akan beş dere gibidir. Eğer havuzun dibinden temiz su çıkarmak istersen, havuzdaki bütün suyu boşaltman. Sonra dere sularının getirdiği çamuru çıkarman, bir daha su gelmemesi için suyollarını kesmen ve havuzun dibini kendi içinden temiz, berrak su çıkarabilecek şekilde yapman lazımdır. Havuz siyah çamur ile dolu olduğu müddetçe, dibinde duru su çıkması mümkün değildir.Kalbin durumu da böyledir: İçinden gelen ilim, dış ardan gelenlerden kurtulmadıkça, maksada erişilmez.Fakat âlim bir kimse, kendini öğrendiği ilimlerden uzak tutar, kalbini onlarla meşgul etmezse, kazandığı ilimler ona perde olmaz ve kalb gözü açılabilir. Çünkü kalb hayal ve duygulardan kurtulunca, eski durumu ona perde olmaz.İlim şu sebepten dolayı perde olur: Ehl-i sünnet inancını, münakaşa ve münazaradaki delillerini öğrenmek, kendini tamamen buna vermek, bundan baş ka hiçbir ilmin varlığını kabul etmemek, kalbine başka bir şey geldiği zaman “Bu, bildiklerimin aksinedir, bildiklerime uymayan her şey yanlıştır”demek. Böyle bir kimsenin işlerin aslını bilmesi mümkün olmaz. Zira halka öğretilen inanç, aslın kendisi değil, görüntüsüdür. Tam bilgi olmalıki, özün kabuktan ayrılması gibi, asılda görüntüden ayrılsın .Bilmek gerekir ki mücadele ve münazara ilmini inancına yardımcı olsun diye öğren kimseye gerçek bildirilmez. Çünkü elindeki ilmin tam olduğuna inanır. Bu zan gerçekleri görmesini engelleyen bir perde olur. Meşhur bir söz vardır:
“Bir şeyi öğrendiğini kesin olarak zanneden bir kimsenin bu dereceden mahrum olduğunu herkes bilir.” kendini mücadele-münazara ilmine verenlerin durumu da budur.Yalnız bu ilme sahip olup ta, bunun herşey olmadığını bilen kimseye, ilim
perde olmaz. Bilakis onlarda meydana gelen kalb açılması çok yüksek dereceli olur. Böyle bir kimsenin yolu daha sağlam, daha çok yüksek dereceli olur. Zira köklü dini bilgiye sahip olmayan kimse, çoğu zaman sapık düşüncelere bağlı kalır ve ufak bir şüphe ona perde olur. Halbuki âlimde böyle şeyler olmaz. Öyle ise ” İlim perdedir” sözünün anlamını, eğri ile doğruyu birbirinden ayıracak dereceye ulaşmış bir kims eden duyarsan inanmamazlık yapma, kabul et .Maalesef zamanımızda, emir ve yasaklara uymayıp, bozuk delillerle harama helal diyen Kâfirler ve arzularının esiri olmuş birçok kimseler türemiştir.
Kendilerinde hiçbir zaman böyle durumlar bulunmadığı halde, sofilerin kendilerinden geçmesi halde iken söyledikleri bazı saçma ve lüzumsuz sözleri alıp caka satıyorlar. Hergün yıkanıp taranıyor, güzel elbiseler giyiyor, seccadelerini serip ilim ve âlimleri kötülüyorlar. İnsanları aldatan,şeytan ahlaklı böyle kimseler yok edilmelidir. Onlar Allah’ın ve Peygamberimizin düşmanıdırlar. Çünkü Yüce Allah ve sevgili peygamberimiz ilmi ve âlimleri övüyor, bütün insanları ilim öğrenmeye çağırıyorlar. Öyle ise bilgi sahibi olmadığı ve ilim elde etmediği için, her şeye “yapmakta günah yoktur” diyen bu zavallı kimselerin böyle bir söz söylemeleri nasıl doğru olabilir? Bu kimselerin durumu, kimyanın altından iyi olduğunu, ondan sınırsız şekilde altın yapıldığını duyan ve önüne altın hazineleri getirildiği zaman “Altın ne iş e yarar, asıl olan kimyadır” diyerek altını almayan halbuki kimyayı da hiçbir şekilde bilmeyen adamın durumuna benzer. Böyle adamlar çaresiz, malsız ve aç kalırlar. Kanımca o, “Kimya Altından daha iyidir” sözünü söylemenin sevincini tatmak için böyle davranır.
İşte Peygamber ve velilerin keşfi kimyaya, âlimlerin ilmi de altına benzer.Kimyaya sahip olan, altına s ahip olandan daha da üstündür.Ancak burada bir incelik daha var: Bir kimsede bulunan kimya, yüz altından fazlasını yapamazsa, bu kimse kendisinden bin altın bulunandan daha üstün sayılamaz. Kimyadan bahs eden kitapları birçokları aradığı halde, bunun aslı uzun zamanlar bile herkesin eline geçemez. Onu bulmaya uğraşanların çoğu sahte-değersiz para elde ederler. Gerçek mutasavvıflarda böyledir; çok nadir bulunur. Bundan da anlaşılır ki, çok az kimse tasavvufu elde edebilir.Buradan şöyle bir gerçekte meydana çıkıyor: kendisinde sofiliğin az bir kısmı bulunan kimse, bütün âlimlerden üstün olamaz. Çünkü sofilikte uğraşanların birçoğu işin başlangıcında bir şeyler elde ettikten sonra, gelir kalır ve yolu tamamlayamazlar. Bazıları da işin görüntüsünü elde eder,
aslına kavuşamazlar. Onlar bunu kazanç sayarlar. Oysa beğenilmeyip atılan şey değerli olmaz.Örneğin, gerçek rüyalar olduğu gibi, anlamsız ve bozuk rüyalar da vardır.Hatta bazı âlimler, o halde öyle bir yüksek dereceye ulaşmıştırlar ki,diğerlerinin çalışarak elde ettiği dini bilgileri, o hiç kimseden öğrenmeksizin bilir. Bütün bu sözlerle, nadir olarak ele geçen bir makamı anlatmak istedik.Öyle ise gerçek tasavvuf yoluna ve onu elde edenlere inanmak gerek.Boyunlarına halka geçmiş bazı zavallıların sözü ile onlar hakkındaki inanç bozulmamalı, onlardan ilim ve âlimleri ayıplayanların elinde hiçbir şey
olmadığı kabul edilmeli.
16. KISIM: İNSANIN MUTLULUĞU YÜCE ALLAH’I BİLMEKTEDİR
SORU: İnsanın mutluluğunun Yüce Allah’ı bilmekte olduğu nereden anlaş ılır?
CEVAP: Her şeyin mutluluğu, o şeyin lezzet ve rahatlığındadır. Lezzet ise tabiatın çektiği tarafadır. Her şey ne için yaratılmışsa, onun içindir.Örneğin şehvetin tadalması, arzu ettiği şeye kavuşmak, öfkenin tad almasıda, düşmanından intikam almaktır. Gözün tadalması güzel şeylere bakmak,kulağın tadalması, güzel sözler dinlemektir. Aynı şekilde kalbin tad alması
da, yukarıdakilerde olduğu gibi, kendi özelliklerine uygun olarak, gerçeği anlamaktır. Yalnız şehvet , öfke ve beş duyu organı ile anlaşılanlar,hayvanlarda da vardır.Bunun içindir ki insan, yaradılış icabı olarak bilmediği şeylere karşı merak
ve ilgi duyar. İlgi, o şeyi bilmek istemekten ileri gelir. Bilince de sevinir,neşelenir ve onunla övünür. Derece olarak daha aşağı olan işlerde de durum böyledir. Örneğin satranç bilipte seyreden birisi, oynayanların “dış ardan karışma” sözüne aldırmaz yine de sabretmeyip karışır. Bu zor bir oyun bildiği için, bunu açığa vurmak, övünmek isteğinden ileri gelir.
Böylece kalbin tad alması, işlerin gerçeğini bilmekte olduğunu anladıktan sonra şunu da öğrenmek gerekir: Bilmek ne kadar büyük ve değerli şeylerde olursa o kadar değeri artar.Örneğin, vezire ait sırlardan bahs eden bir kimse, bununla övünür. Eğer
padişaha ait sırları bilirse, o memleketi idare etmedeki düşüncelerinden haberdarsa, buna daha çok sevinir. Aynı şekilde, matematik ve astronomi ilmini bilmen, satranç ilmini bilmekten daha çok sevinir. Satrançta neyi nereye koyacağını kestiren kimse de, nasıl oynanacağını bilen kimseden daha çok zevk alır. Bütün bunlar gibi bilinmesi daha kıymetli olan bilgiler
de daha değerlidir, lezzetleri de daha fazladır.Bütün yaratıkların O’nunla şereflendiği Yüce Allah’tan daha üstün daha
şerefli bir varlık yoktur. Bütün âlemlerin sahibi ve yöneticisi O’dur. Bütün akıl durduran şeyler O’nun yarattıklarında bulunan özelliklerdir. O halde bundan daha şerefli ve üstün hiçbir bilgi yoktur ve bu yaradılış icabıdır.Çünkü her şeyin yaradılış icabı, onun özelliğidir, o şey onun için yaratılmıştır.Bu bilgi gereğince, bozuk olan bir kalb, gıda alma kabiliyeti bozulmuş hasta vücut gibidir: Çamuru, ekmekten çok sever. Tabii arzusunun normal hale gelmesi için ona ilaç verilmezse bu bozuk arzular beraberinde giderse dünyanın en zavallı mahluku olur, mahvolur. Diğer şeylere karşı taşıdığı
arzu ve şehveti, Yüce Allah’ı tanımaktan çok olanlar da hastadır. Eğer tedavi edilmezseler, öbür dünyanın zavallısı olurlar, mahvolurlar.Bütün bedeni arzu ve heveslerin ölümle söndükleri, yok oldukları şüphesizdir. Aynı şekilde vücuda bağlı üzüntü ve kederler de ölümle son bulur. Oysa marifet lezzeti kalbe ait olup, ölümle son bulmaz, bilakis daha artar ve parlar. Zira arzuların verdiği sıkıntı artık mevzu bahis değildir.Vücutla beraber ölmüşlerdir. İnşallah kitabımızın son bölümlerinde, Allah’ı sevme bahsinde bu konuyu uzun uzadıya anlatacağız.
17. KISIM İNSAN VÜCUDUNDA YÜCE ALLAH’IN ŞAŞKINLIK VEREN YARADILIŞI
Bu kitabımız için insan kalb durumuyla ilgili olarak anlattıklarımız yeterlidir. Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, Acaib-ül Kalb adlı kitabımıza baksınlar. O kitapta da, bu kitapda da insanın kendisini tanıması hususu eksiksiz olarak anlatılmadı. Anlattıklarımız sadece kalbin bazı özelliklerinin açıklanmasıdır. İnsanın ana temeli budur.Diğer bir temeli de vücuttur. Vücudun yaratılışında dış ve iç organlarının her birinde, garip duyulmamış manalar, faydalar ve şaşkınlık yaratan durumları vardır.İnsanın vücudunda binlerce sinir, damar ve birçok kemik vardır. Her birisinin şekli, özelliği ve vazifesi ayrıdır. İnsanın ise çoğu defa bundan haberi yoktur. İnsanın bildiği sadece, elin tutmak, ayağın yürümek, dilin konuşmak vs … için olduğudur. Ama gözün on kısımdan yapıldığını,bunlardan sadece birisinin görevini yapmamasıyla görme işinin aksayacağını bilmez. Bu kısımlarının her birinin ne yaptığını, görmeye ne şekilde etki ettiğini düşünmez. Bunlara ait bilgiler kalın ciltli birçok kitapta ancak anlatılmış tır. Onun için her insanın bunları bilmemesine şaşmamak lazımdır. Yine karaciğer, dalak, öd kesesi, böbrek ve diğer iç organların vazifeleri bilinmez.Karaciğerin görevi mideden kendisine gelen çeşitli gıdaları kan renginde bir hale getirmek ve bütün vücuda yayacak şekle sokmaktır. Kan ciğerde oluşurken köpük renginde bir tortu ve bir de köpük bırakır. Buna lenf denir. Dalağın görevi bu lenfi (bir nevi artığı) kandan almaktır. Safra dediğimiz sarı renkli bir köpük vardır. Öd kesesinin görevi bu köpüğü toplamaktır. Kan ciğerden çıkınca gayet akış kan ve suludur. Böbreğin görevi kandan fazla suyu almaktır. Ancak böylece kan safrasız ve lenfsiz normal renginde ve kıvamında damarlara ulaşır.Safra kesesinde bir arıza olunca, safra kana karışır. Ve bunun sonucunda sarılık hastalığı veya safra ile ilgili diğer hastalıklar meydana gelir. Dalak iyi çalışmazsa lenf kana karışır ve bununla ilgili birçok hastalıklar meydana
gelir. Böbrekler çalışmazsa kanın içindeki zararlı maddeler süzülmez ve bunun neticesinde yine birçok hastalıklar meydana gelir vs…Bütün bunlar gibi insanın içindeki ve dışındaki her organ bir iş için yaratılmıştır. Vücut bunlar olmadan sağlıklı olmaz. Belki insanın vücudu âlemin bir örneği, bir küçük görüntüsüdür. âlemde yaratılan her şeyin insanda bir örneği vardır: Kemik dağlara, ter yağmurlara, kıllar ağaçlara,beyin göklere, duyu organları yıld ızlara benzemektedir. Bunu uzun uzadıya
anlatmaya gerek yok. Çünkü çok sürer. Sonuç olarak âlemdeki her şeyin insanda bir örneğini benzerini bulmak mümkündür. Daha önce işaret ettiğimiz domuz, kurt,at,şeytan ve melek gibi.âlemdeki her sanatın da vücutta bir benzerini bulmak mümkündür.
Mİdedeki kuvvet ,aşçı gibidir. Yemekleri sindirir. Saf gıdaları ciğere, tortu ve artıkları bağırsaklara gönderen, şıracı gibidir. Gıdalara ciğerde kan rengi verdiren boyacı, kanı göğüste beyaz süt yapan, yumurtalıklarda meniyi meydana getiren çamaşırcı gibidir. Ciğerden kendine gıda çeken her parça köle taciri, böbrekler de su çekip mesaneye götüren saka gibidir. Safra ve hastalığı gideren de adil bir başkan gibidir. Vs… uzatırsak sonu gelmez.Bunları anlatmamızdaki gaye, sen tatlı tatlı uyurken vücudunda sana hizmet etmekten bir an geri kalmayan birçok organın her birinin bir işle meşgul olduğunu sana bildirmektir. Oysa sen onları tanımıyorsun,yaptıkları hizmetten dolayı şükretmiyorsun.Birisi hizmetçisini birgün yardımına gönderse, bütün gün, belki de hayatın boyunca ona teşekkür edersin. Ama bu kadar sanatçıyı vücudunun içinde bulunduran, hayatın boyunca onları sana hizmet etmekten bir an geri koymayanı hatırlamazsın.Vücudun yapısını, bileşimini ve organların yararlarını bilmeye teşhis ilmi denir. İnsanlar bu ilmi pek bilmezler ve uğraşmazlar. Okuyanlar da sadece tıp ilminde hoca olmak için okurlar. Oysa tıp ve tıp ilmi de kısadır,sınırlıdır. Gerekli ise de, din ile ilgisi yoktur.Fakat vücuduna, Yüce Allah’ın yaratmış olduğu akıl durdurucu incelikleri görmek için bakanda, Yüce Allah’ın sıfat larından üç tanesini görür:
Birincisi: Vücudu meydana getiren yaratıcının, eksiksiz bir güce sahip olduğunu öğrenir. Böyle bir yaratıcıda noksanlık ve
eksiklik olamaz. Bir damla sudan böyle bir insan yaratabilen, ölümden sonra diriltmeyi daha kolay yapar.
İkincisi: Bu vücudu yaratan ilmin, her şeyi kuş atan sonsuz bir ilim olduğunu bilir. Çünkü bunca şaşkınlık veren şeylerin
sayısız yararlarla bir arada bulunması, ancak en üstün bir ilimle olabilir.
Üçüncüsü: Allah’ın kullarına lütuf, rahmet ve yardımın sonu yoktur. Zira yaratılması gerekli olanlardan bir tek tane bile
bırakmayıp, hepsini yaratmıştır. Bunların hepside muhakkak gereklidir, kalp, ciğer, beyin canlılık gibi. Ayrıca insanın muhtaç olduğu fakat mutlaka gerekli olmayan şeyleride yaratmıştır. El, ayak, göz ve dil gibi. Üstelik bir de insanın pek muhtaç olmadığı, gerekli olmayan fakat fazlalık ta olmayan süsleyici olanları da vardır.Siyah saç, kırmızı dudak, yay gibi kıvrık kaş , düzgün kirpik vs….Yüce Allah bütün bu bağış ve güzellikleri yalnız insanoğluna değil, bütün yaratıklara, arıya, sineğe, sivrisineğe de vermiştir. Bunların her birine de gerekli olan şeyleri vermiş , görünüşlerini, güzel çizgi ve renklerle süslemiştir.O halde insan vücudunun yaradılışını dikkatle incelemek, Yüce Allah’ın sıfatlarının anahtarıdır. Bu şekilde ve bu sebeple yapılırsa ilim değer kazanır. Tıp âlimlerinin dediklerimizi gözetmeden yaptığı çalışmalarda bu
şeref yoktur.Bir insan şiir, kitap yazma ve sanattaki incelikleri ne kadar çok bilirse,şairin, yazarın ve sanat sahibinin değerini, büyüklüğünü o kadar çok takdir eder. Yüce Allah’ın işlerindeki incelikler ve akıl ermez sırları anlarlar. Yüce
Allah ‘ın büyüklüğünün anahtarı, belirtisidir. Bu da insanın kendisini bilmesinin bir kısmıdır. Fakat kalb ilmine göre kısalmıştır. Çünkü bu, vücut ilmidir. Vücut ise binek hayvanı gibidir. Yöneticisi, binicisi kalbtir. Asıl gaye bu binici içindir. Bütün bunları söylemekle, insanın kendisini kolayca anlayamayacağını bildirdik. Oysa insana kendisinden daha yakın hiçbir şey yoktu.Kendisini tanımadığı halde, başkasını tanıdığını, onun hakkında bilgi sahibi olduğunu iddia eden bir kimse, kendisini doyuracak yemeği olmadığı halde, şehirdeki bütün yoksulların kendi yemeğini yemekte olduklarını iddia edene benzerki çok çirkin ve yakışmayan bir şeydir.
18. KISIM İNSAN BU DÜNYADA SON DERECE GÜÇSÜZDÜR
Buraya kadar yazdıklarımızda kalb cevherinin kıymetini, büyüklüğünü ve de güçsüzlüğünü anlattık. Bu kıymetli cevher insana verildi ve vücutla üzeri örtüldü. İnsanoğlu onu aramayıp yitirirse, unutursa çok aldanır ve büyük zararlara uğrar. Kalbi aramak, dünya uğraşılarından kurtarmak ve layık olduğu yüksek dereceye ulaştırmak için gayret etmek gerekir. Onun
üstünlüğü ve tadı, öbür dünyada üzüntüsüz neşe, kesintisiz sonsuzluk,acısız güç, şüphesiz bilgi ve Yüce Allah’ı perdesiz görmekle anlaşılacaktır.Bu dünyada insanın şerefi, kendisinde bulunan kabiliyet ve yaratılışı ile gerçek şeref ve ululuğa erişmesidir. Yoksa dünyada ondan daha kusurlu ve biçare kim vardır? O açlığın, susuzluğun, sıcaklığın, soğukluğun,hastalığın, acının, sıkıntının, öfke ve hırsın esiri olmuştur. Rahat bulduğu ve tad aldığı şeyler, ona zarar vermektedir. Fayda verenler ise acı ve ızdırapla karışıktır.Saygıya değer ve kıymetli olan kimse ya ilim, ya kuvvet ve güç ya yardım sever ve irade yada yüzünün güzelliği ile saygıya değer ve kıymetlidir.Bunlara teker teker bakalım:
a) İlimle saygı değer ve kıymetli olan kimse:
İnsanın ilmine baktığımızda ondan daha cahil kimse yoktur. Zira beyinde bir damarcık hasar görse ölmekten veya delirmekten korkulur. İnsanda çoğunlukla bunun neden olduğunu ve ilacının ne olduğunu bilemez. Belkide ilacı yanındadır,devamlı görüyordur ama yine de bilemez.
b) Kuvvet ve gücünden dolayı saygı değer olan kimse:
İnsandan daha güçsüz kimse yoktur. Zira bir sinekle bile boy ölçüşemez.Kendisine musallat olan sivrisineğin elinden ne hallere düşer. Bir arıcığın iğnesini yemekle uykusuz ve huzursuz olur.
c) Yardım severlikten dolayı saygıdeğer ve kıymetli olan kimse, Birazcık gümüş , altın veya parasını kaybetse üzülür. Acıktığında bir lokma yiyecek verilmezse, bayılır. Aşağılığın derecesine bakın.
d) Yüz güzelliğinden dolayı saygıdeğer ve kıymetli olan kimse, Çöplük üzerine örtülmüş bir deri gibidir. İki gün yıkanmazsa çirkinleşir, kötü koku salar ve tiksinti yaratır. Onun karnında taşıyıp hamallığını yaptığı ve günde birkaç defa eliyle yıkadığı pis kokulu dışkıdan daha aşağı ne vardır? Şeyh Ebu Said-i Ebül hayr bir gün safilerle beraber yürüyordu. Bu ara
lağım temizlemekle uğraşan işçilerin yanından geçtiler. Etraf pislik içerisindeydi. Sofiler burunlarını tıkayıp, her biri bir tarafa kaçtı. Şeyh,olduğu yerde durup şunları söyledi: “Ey insanlar, bakınız bu pislikler bana ne diyor: “Daha dün pazardaydık. Beni ele geçirmek için, hepiniz keselerinizi boş altmıştınız. Sizinle yalnız bir gece kaldık, bu hale geldik. Sizin mi bizden kaçmanız yakışır, yoksa bizimmi sizden?”
Gerçekten insan bu dünyada noksanlık, eksiklik ve zavallılığın son kertesindedir. Yarın kıyamette pazara çıkarılacaktır. Eğer kurtuluş ,mutluluk kimyası kalb cevherine düşerse, hayvanlar seviyesinden, melekler derecesine yükselir. Yok eğer dünyaya ve dünya arzularına sımsıkı yapışır,yüzünü çevirmezse yarın köpek ve domuzdan da aşağı olur. Çünkü onlar toprak olacak, sıkıntı ve üzüntü çekmiyeceklerdir. İnsan ise işkencede kalacaktır. Öyle ise insanoğlu şerefini bildiği gibi noksanlık ve çaresizliğinide bilmelidir. Kendini bilmek de Yüce Allah’ı bilmenin anahtarlarından biridir.Kendini bilmek konusunda,söylediklerimiz yeterlidir. Böyle bir kitapta bundan daha fazlasını anlatmak imkânsızdır. Yardım Allah’tandır.
I’ve seen so far is in perfect
ibrahim uzun web site admin