http://lovepowerman.com

Rabıta neye dayanılarak yapılıyor?

05 Temmuz 2010 | Kategori: Tasavvuf

SORU:

Rabıta neye dayanılarak yapılıyor?

Kur’an-ı Kerim veya Hadis-i Şeriflerde rabıtanın delilleri var mıdır?

CEVAP:

Bismillahirrahmanirrahim.

Rabıta hakkında bilgi veren kaynaklar, oldukça muahhar devrin mahsûlleridir. Rabıtayı savunmak üzere eser yazan müellifler, bunun tatbikatını Hazreti Peygamber zamanına kadar indiriyorlarsa da, buna dair yazılı kaynağa rastlamak ancak H.10/M.16. asır müellifatı arasında mümkün olmaktadır. Araştırmalar bugünkü anlamda bir rabıta anlayışının, ilk defa Muhammed Bahaüddin Nakşibend (791/1388)’e isnad edildiğini göstermektedir. Kendisine ve tarikâtine bu ismin verilmesinin, müridlerin mürşidlerinin sûretini kalplerine nakşetmeleri şeklinde tezahür eden rabıtadan aldığı da ileri sürülen fikirler arasındadır.

Rabıta konusunda yazılı en eski kaynak ise, İmam-ı Rabbani diye bilinen Ahmed Faruk es-Serhendi (1031-1621)’in Mektubat’ıdır. Mektubat’ın muhtelif yerlerinde rabıtanın zikirden de üstün erdirici bir yol olduğu, kamillerle sürdürülen manevi beraberliğin ve mürşidlerle uzaktan hayalen birlikte olmanın, Nakşibendiyye tarikatinde kemale götüren bir usûl olduğuna dair bilgiler verilmektedir. (1) “Üveysilik” diye tanımlanan bu durum, tasavvuf tarihinde pekçok şeyhin hayatında görülen bir hususiyettir. Genellikle bu özelliğe sahip olan sufilerin herhangi bir tarikât mensubu olmadığı, kendilerine has bir meslekleri bulunduğu ya da bizzat bir tarikâtin kurucusu olduğu görülmektedir. Mevlâna Camii, “Meşayih-i tarikâtten çoğuna evail-i sülûkunda bu makama teveccüh vaki olmuştur.” derken bu noktaya işaret etmektedir.

İster hayatta, isterse ölmüş bir şeyhin ruhaniyetinden feyz alınabileceğine ve bunlarla irtibat-ı kalb eden birine onlara ait halin sirayet edeceğine inanan “Üveysi”liğin, rabıta ile gerçekleşen bir hâl olduğu dikkâte alınırsa, bu usûlün Nakşibend’ den daha önceleri kullanılmakta olduğu, Nakşibendiyye’ninse bunu sistemleştirerek tarikâtin rukûnleri arasına koyduğu söylenebilir. Nitekim “Üveysi”liği ile bilinen ilk sufî İbrahim b. Edhem (166/782)’dir. Kendisinin Veysel Karani’nin ruhaniyetinden feyz aldığı söylenir.

Manevi hallerin bir şeyhden diğerine rabt-ı kalble aktarılmasının usûlü diyebileceğimiz rabıta hakkında Mektubat’tan sonra en detaylı bilgi veren eser, Mevlâna Halid-i Bağdadi’nin “Er-risale fi hakkı’r-Rabıta”sı, Abdülhakim Arvasi’nin “Rabıta-ı Şerife”si, İbrahim Hilmi el-Kadîri’nin “Medaricû’l-hakika fi’r-rabıta’ınde ehli’t-tarika”sı, Es’ad Sahib’in “Nurû’l-hidayeti ve’l-irfan”ı ve Mevlana Halîd’in halifelerinden Hasan ed-Duseri’ nin “Er-rahmetü’l-habıta fi isbatı’r-rabıta”sı, Muhammed Sa’id Şeyda el-Cezeri’nin “ed-Dabıta fi’r-rabıta”sı zikredilebilir. Sufiler rabıtayı tabii bir olay olarak görmekle birlikte bazı ayetleri buna delil sayarlar. Bu ayetlerin bazıları şunlardır:

1. “Ey iman edenler! Allah’dan korkun. Bir de sadıklarla beraber olun. (İmanında, ahdinde, sözü ve özünde doğru olanlar, hakikatten ayrılmayanları tercih edin.) (2) Ayetinde geçen “sadıklarla beraberlik” rabıtaya delil olarak ileri sürülmüştür. Hanefi imamlarından ve Nakşibendiyye meşayihinden Hace Ubeydullah Ahrar (Kuddise Sirrûhu) (895/1490) mezkûr ayetin tefsirinde “Buradaki “Kunu” emri, sadıklarla mutlak manada ve devamlı bir beraberliği ifade eder. Hakiki beraberlik, sadıklarla aynı mecliste, büyük bir kâlp huzuru ile fizik olarak bulunmaktan ibaret olduğu gibi, hükmi beraberlik de, onlarla aynı mekanda beraber olmanın imkansız olduğu zamanlarda, suret ve siretlerini gıyaben tahayyül ederek, onlarla hayali, fikri ve zihni bir beraberliği temin etmektir.”(3) diyerek salih ve salihlerle kurulabilecek ruhi ve manevi beraberliğin delili olarak göstermektedir.

Elmalılı Hamdi Yazır’ da “sadıklarla beraber olunuz!” ayetine şöyle manâ vermiştir: “İmanlarında, ahidlerinde ve hak dinde niyeti, söz, fiil ve her haliyle sadık olanlarla beraber olunuz; sadıkların velayet ve beraberliğinden (onların desteğinden) ayrılmayınız! Münafıklardan sakınıp, Hazreti Muhammed ve Ashabı gibi sadıklara dost ve yakın olunuz, onlar gibi özü doğru, sözü doğru, işi doğru olunuz, onlara uyunuz!”

Müfessir Alûsi ise yukarıdaki ayetin tefsirinde; “Sadık ve salihlere karışınız, (onlarla iç içe olunuz) ki; onlar gibi olasınız. Çünkü herkes yakın olduğu kimseye uyar” demiştir.

İsmail Hakkı Bursevi; “Sadıklarla beraber olunuz!” ayetinin tefsirinde; “Bu ayet-i kerimede bahsi geçen sadıklardan murad, kamil mürşidlerdir. Ciddiyetle bir salîk onların kapılarında hizmet eder muhabbetiyle nazarlarına kabûl olunursa, onların feyz ve bereketleriyle masivayı terketmeye, Allah’ın yolunda, istikâmet üzere bulunmaya rahatlıkla muvaffak olur, huzuru Hakka kavuşur” demektedir.

Tasavvuf klasiklerinde, salih ve sadıklarla birlikte bulunmaya, fasık ve dünya ehli ile bir arada bulunmaktan sakınmaya ayrı bir önem verilmiş, tabiâtın ve hâllerin sari olduğu dikkate alınarak; kişinin bu konuda dikkatli olması tavsiye edilmiştir.

İbnû’l-Mübarek: “İyi arkadaş yalnızlıktan, yalnızlık da kötü arkadaştan hayırlıdır. İyilerle dost olan, misk satanla beraber olan gibidir. Onun güzel kokusu diğerine bulaşır. Kötülerle beraber olan da demirci çırağı ile beraber olan gibidir. Onun kiride diğerine yansır” (4) derken bu hususa işaret etmiştir. Aynı şekilde Hazreti Peygamber’in: “Kişi dostunun dini üzeredir. O halde kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin.”(5) “Kişi sevdikleriyle beraberdir.”(6) hadisleri de bu manada yorumlanabilir. “Mü’min mü’minin aynasıdır”(5) ile Hazreti Peygamber’in iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek “Müminler bir binanın tuğlaları gibi birbirini destekler”(8) meâlindeki hadisleri de bu doğrultuda açıklanmıştır.

Bunlar ve benzeri hadislerden de anlaşılacağı üzere, kişi hangi insanlarla beraber olursa yavaş yavaş onların huy ve alışkanlıklarını edinmeye, onlar gibi olmaya başlar. İyi insanlarla dostluk da aynı bunun gibidir. Bir insanın ne kadar kötü alışkanlığı olursa olsun, beraber bulunduğu iyi insanların güzellikleri peyderpey ona da geçecek, zamanla o da güzelliklerle bezenecek, en nihayet Alemlerin Rabbi’nin sevdiği bir kul olacaktır.

“İyi şahıslarla dostluk kuran kimse, kendisi kötü bile olsa iyi olup, sonra onların himmeti ve sohbeti onu hayırlı bir insan haline getirir. Aksine kötülerle dostluk kuran da, kendisi iyi bile olsa bozulur. Çünkü onlarla bir arada bulunan, onların kötülüklerine rıza gösteriyor demektir. Kötülüğe rıza göstermekse, sahibini de kötü hale getirir.

“Arkadaşlık ve sohbetin esası; nefsin adetleriyle sükûnet bulması ve alışkanlıkları ile ülfet etmesidir. Bir kimse hangi topluluğun arasına girerse, onların fiillerini kendi adeti ve itîyadı haline getirir. Çünkü ister hak, ister batıl olsun, bütün irade, arzu, muamele ve ameller esasen onda mevcuttur. Görmüş olduğu bütün muameleler, arzular ve meyiller kendisinde gelişir ve öbür temayüllere hakim ve galip olur. Sohbetin insan tabîatı üzerinde büyük bir tesîri vardır. Adetlerin çetin bir savleti ve saldırısı mevcuttur. O derecede ki, insan sohbetle alîm, papağan talimle natık olur. Riyazât ve eğitimle at, o derece değişir ki hayvani adetleri terkederek insani adetler ve alışkanlıklar edinir.” (9)

“Sohbet ve arkadaşlığın kişinin şahsiyet, ahlak ve karakteri üzerinde derin tesiri vardır. Bir arkadaş diğerinin özelliklerini, ruhi ve manevi bir etkilenme, davranışlarında ona uymakla elde eder. İçtimai bir varlık olan insanın, topluma karışması ve kendine uygun dost ve arkadaş edinmesi tabiidir. Eğer o, fasık, kötü ve şerli birini arkadaş edinirse, bilmeden ve tedricen onun da ahlakı bozulur, sıfatları değişir, onların seviyesine inerek özelliklerini elde eder. Aksine iman, takva ve istikamet sahiplerini dost edinirse, kendiside onların derecelerine yükselir. Nefsini kusurlardan uzaklaştırır. Bu yüzden; “Kişi, dost ve arkadaşlarının ahlâkı ile tanınır.” denmiştir.

Hazreti Peygamber’in Ashabı sohbetle, tabi’in ve tebe-i Tabi’in de bunlara tabi olmak ve onları benimsemekle yüksek derecelere ulaştılar.” (10)

Evet Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in ashabı, O’nun sohbet ve nuru ile sahabe oldular. Sahabileri (Radıyallahu Anh) görenler, O nurlu zatı göreni görmekle tabiin oldular. Görülüyor ki; insan sadıklar ile beraber olduğu zaman çok büyük nimetlere kavuşuyor. Enes Bin Malik (Radıyallahu Anh)’den rivayete göre Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem): “Ne mutlu beni görüp, iman edene! Ne mutlu beni göreni görene”(11) buyurmuşlardır.

Hadistende anlaşılacağı üzere Resulûllah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’ı görmek büyük bir nimettir. Çünkü nübüvvet nuru, insanın üzerinde şimşek gibi çakar ve ölünceye kadar tesiri üzerinde bulunur. Bu bereketle insan günahlara düşse de dönüp dolaşıp tevbe eder ve ona layık ümmet olmaya gayret eder. Amel olarak Resulûllah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’ın hayatını en iyi şekilde hayata geçiren insanlar, hiç şüphesiz kendilerine gelen insanlar üzerinde müspet yönde etkili olurlar. Çünkü onlar yüzlerine bakıldığında Allah’ın hatırlandığı insanlardır. Bunun en güzel örneği Allah dostlarını ziyaret edip onların bir bakışıyla hayatı değişen insanlarda görülür.

İmam Münavi (Kuddise Sirrûhu) bu konuda şöyle demiştir: “Hakikâten sûretlere bakmak, insanların nefislerinde, bakılanın ahlakının tohumunu eker. Sevinçli kimsenin sevinci, üzüntülü kimsenin üzüntüsü, bakana sirayet eder. Böylece hayâldeki sûretin sahibinden sevinç veya üzüntü, hayaliyle bakana bulaşmış olur. Bu, sadece insana mahsus bir meziyet değildir. Hayvan ve nebatatın sûretlerinde daha fazla vardır.”

Rağıb el-İsfehani demiştir ki: “Bu hadis, insanın bütün gayreti ile salih insanlarla beraber olmasını ve onların meclisinde bulunmasını tenbih etmektedir. Onların sohbeti ve meclisi kötü insanı iyi yapar.” Hikmet erbabı zatlar, şu hakikâti beyan etmişlerdir: “Kim hayırlı bir insanla beraber olursa onun bereketine ulaşır.” Demek ki; Allah dostlarının meclisinde bulunup yanlarından ayrılmayan kimseler, hüsrana uğramazlar.”(12)

Ehlullah’ın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi gıyâben şahıslarını ve hâllerini düşünmekde fayda verir. Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında ve kalbinde neyi tasavvur ederse, fiillerinde de o tezahür eder.

(Mehmet Talu)
Bu yazilanlar bazilarini tatmin etmiye bilir, onlarda cübelli hocanin ( ahmed mahmud ünlü) nin Tarikat-i Aliyye de Rabita-i Celiyye isimli kitabini okusun, bu ona kafi gelir, yine inkar etmesse..
DİPNOTLAR:

1. Bak, Mektubat, cild:1 187 ve 207 mektub

2. 3. 4. İbnü’l-Mübarek, Kitabû’z-zühd, Beyrut ty. 122; Aynı anlamda ki bir hadis için bkz. Buhari, Zebaih, 31, Büyü, 38; Müslim, Birr, 146; Ebu Davud, Edeb, 16

5. Tirmizi, Zühd, 45

6. Buhari, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizi, Zühd, 50, Dakvat, 98

7. Ebu Davud, Edeb, 49

8. Buhari, Mezalim, 5, Salat, 88; Tirmizi, Birr, 18

9. Hucrivi, Keşfü’l-mahcub, 483-484

10. Abdülkadir İsa, Hakaik ani’t-tasavvuf, Halep 1384/1964, 27-28

11. Taberani, El-Mu’cemu’s-Sagir, 314 No: 844, El-Mu’cemul-Evsat 6/171, No:6106, El-Mu’ce-mu’l-Kebir, 8/8009, 8010, 2/29



Yorum Yapın