http://lovepowerman.com

Namazın Âdâbı

19 Mayıs 2010 | Kategori: Namaz Hakında

Sünnetlerin dışında, namazın edeblerine de riâyet etmek gerekir. Zira âdâbını yerine getirmemek namazı bozmasa da, sevab ve fazîletini azaltır.Namazın belli başlı edebleri şunlardır:
1 – Namazda, bedenen ve rûhen huzur, sükûnet ve haşyet içinde bulunmak. Şuurlu bir Müslüman, namazın ne büyük bir ibâdet olduğunu bilir, namaz sâyesinde Hâlik-ı Zülcelâlinin mânevî huzurunda olduğunu anlar, O`nun her an kendisini görüp bildiğini düşünerek mütevâzi bir vaziyet alır. Kalbini mümkün mertebe bâtıl ve kötü düşüncelerden, mâsivâdan, dünyevî alâkalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki:
“Namazın kemâli, ancak kalb huzuruyladır” buyurulmuştur.
Namazda böyle huşû` ve huzûr içinde bulunan bir mü`minin, ebedî saadete ve kurtuluşa ereceği, Kur`ân-ı Kerîm`de şu şekilde müjdelenmiştir:
“Mü`minler felâh bulmuştur, ki onlar, namazlarında haşyet içinde bulunurlar.” (el-Mü`minûn, 1,2).
Zeyne`l-âbidîn Hazretlerinin ev iyanıyordu. Bağırışanların çığlıkları ise mahalleyi altüst ediyordu. Fakat Zeyne`l-âbidîn`de hareket yoktu. Yangını söndürdükten sonra içeriye girenler onu namazda buldular. Selâm verip de namazı bitirince hayretle sordular:
- Evin bir köşesi tutuştu, yanıyordun, feryadlarımızı duymadın mı? O da şöyle cevab verdi:
- Duydum duymasına da, öteki tarafın ateşi, bu ateşin heyecanını bastırdı. Onun için mühimsemedim… Ashab-ı Kirâm`dan Said bin Hayseme`nin atını çalıyorlardı. Görenler atın çalındığını bağırarak duyurdular. Ama Said bin Hayseme`de bir hareket yoktu. Ona:
- Neden atının peşinden gitmedin, dediler. Şöyle karşılık verdi:
- Namazdaki hazzım ve zevkım, bana atımdan çok daha değerli geldi de ondan… Evet mâneviyat büyüklerinin ve şuurlu dindarların namazları böyledir. Burada şu mühim hususa da temas edelim:
İnsan “benim namazım nerede, şu mâneviyat büyüklerinin kıldıkları namaz nerede? Benim kıldığım namazlarda feyiz ve hayır yok,” gibi bir hisse kapılmamalıdır.
Zira, bizim gibi âmilerin namazının da -şuûrumuz taallûk etmese bile- büyük bir velinin ibâdeti gibi, namazın bu yüksek feyiz ve nuranî hakikatinden bir hissesi vardır. Ancak kişilerin ruhî tekâmül ve kalbî saffet derecelerine göre, o feyiz ve nûrun inkişâfı farklı olur.
Bir çekirdekten ağaca kadar nasıl pek çok mertebe ve inkişaflar varsa, öyle de kılınan namazlarda da ondan daha fazla dereceler ve mertebeler bulunabilir. Fakat en alttan, en üst mertebeye kadar her mertebede namazdaki nuranî hakikatın ve yüksek kemâlâtın esası mevcuttur. Tıpkı çekirdekte ağacın esası mevcut olduğu gibi…
Onun için üzüntüye ve ümidsizliğe kapılmaya hiç gerek yoktur. Bununla beraber, ruhen daha fazla inkişâf etmeye, kılınan namazlardan daha çok feyiz ve huzûr almaya çalışmak da lâzımdır. Namazda huşû ve huzûr içinde olmak kadar, şuurlu olmak da mühimdir. Bu yüzden uykulu vaziyette namaz kılmayı Peygamber Efendimiz hoş karşılamamıştır. Bu hususta şöyle buyurur:
“Birinize namazda uyku gelirse uykusu geçene kadar uyusun. Zira uykulu uykulu namaz kılarsa, tevbe edeceği yerde bilmeden sövmüş olabilir.” “Biriniz namazda uyuklarsa, okuduğunu iyice bilinceye kadar uyusun.” Resûlüllah Efendimiz uykulu halde namaz kılmayı hoş karşılamadığı gibi, yorulmuş, usanmış halde namaz kılmayı da hoş görmemiştir.
2 – Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak, varsa düğmelerini iliklemek. Normal olarak insanlar arasına çıkılamayacak elbiselerle namaza durmamalıdır. Namazda giyilen elbiselerin kirli olmamasına dikkat etmelidir. İşçi kimseler iş elbisesiyle namaz kılabilirler. Yeter ki elbise kirli paslı olmasın.
3 – Namaz kılarken kıyamda, secde yerine; rükû`da ayakların üzerine; secdede burnun ucuna; oturuşlarda kucağa ve selâmda da sağ ve sol omuz başlarına bakılmalıdır.
4 – Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.
5 – Namazda esnerken ağzını tutmak da âdâbdandır. Ağzını tutmak, dişleri dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün değilse kıyamda sağ elin tersini, sair rükünlerde de sol elini ağzına kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır. Hadîs-i şerîfte: “Cenâb-ı Hak aksırmayı sever, esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden geldiğince ona mâni olmaya çalışsın, hah hah diye ses çıkarmasın.” Diğer bir rivayette de: “Elini ağzına koysun” buyurulmuştur.
6 – Rükû` ve secdede okunan tesbihleri, tek başına namaz kılan kimsenin 3`ten fazla söylemesi.
7 – Kâmet getirilirken hayye ale`l-felâh denilince imam ile birlikte ayağa kalkmak. İmam-ı Züfer`e göre, hayye ale`s-salâh`da ayağa kalkılır.
8 – İmamın, kad kâmeti`s-salâh denirken namaza başlaması. İmam bu hareketiyle müezzini tasdik etmiş olur. Bununla beraber kâmet bittikten sonra namaza durmakta da, bir beis yoktur. İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç mezheb imamına göre, böylesi daha muvafıktır.
9 – Bir namazdan sonra öbürünü beklemek, kollamak.
10 – Namazdan sonra tesbihlere, cemaatle yapılan duaya devam etmek, bunları terketmemek.
11 – Her namazdan sonra Kur`ân-ı Kerîm okumak.
12 – Evde, işyerinde namazı kolayca edâ edecek tedbirleri önceden almak. (Bk.Mehmet Dikmen, İslam İlmihali)
Peygamberimiz (a.s.) nasıl namaz kılardı, namazın kılınış şeklini nasıl tarif etmiştir?
Resûlullah (A.S.) Efendimizin nasıl namaz kıldığını Müslüman halka tarif edip anlatan büyük sahabi Ebû Mâlik El-Eş’ari’yi (R.A.) dinleyelim; Abdullah bin Ganem naklediyor:
Bir gün Ebû Mâlik El-Eş’ari (R.A.), Eş’ari kabilesine şöyle seslendi:
“Ey Eş’arî kabilesi! Toplanınız, kadınlarınızı ve çocuklarınızı da toplayın, tâ ki size. Resûlullah (A.S.) Efendimizin bize Medine’de kıldırdığı namazı tarif edip anlatayım.”
Bunun üzerine kabile halkı erkeğiyle, kadın ve çocuklarıyla toplanıp bir araya geldiler. Ebû Mâlik, önce güzel bir abdest aldı, Resûlullah (A.S.)’ın yaptığı gibi her azayı yeterince yıkadı. Sonra güneş gök kubbe ortasına geldi, her şeyin gölgesi titreşip kaldı. Biraz daha beklediler, netice cisimlerin gölgesi doğuya doğru kendini gösterince, yani öğle vakti girince, kalkıp ezan okudu. Önce erkekleri öne alıp saf bağlamalarını, sonra çocukların, sonra da en geride kadınların saf bağlamasını sağladı. Sonra ikamet okuyup öne geçti, ellerini kaldırarak Tekbir getirdi. Fâtiha-i şerifeyi ve kendisine kolay gelen bir sureyi okuduktan sonra tekbir getirip rüku’a gitti; üç kere Sübhane’llahi ve bi-hamdihi (veya Sübhanellahi’l-Azîm) dedikten sonra «Semiallahu limen hamidehu» diyerek belini doğrulttu. Sonra tekbir getirerek secdeye vardı, sonra tekbir getirip başını secdeden kaldırdı, sonra tekrar tekbir getirip ikinci secdeye vardı, sonra tekbir getirip ayağa kalktı. Böylece rekâtta tam altı tekbir getirmiş oldu. Tabii ikinci rekâta kalkarken de tekbir getirerek kalktı. Böylece namazı kıldırıp tamamladıktan sonra cemaate dönerek şöyle dedi:
Benim getirdiğim tekbirleri iyice muhafaza edin, rükû’ ve secdeleri nasıl yaptığımı iyice öğrenin. Çünkü bu, gündüzün şu saatlerinde Medine’de Resûlullah (A.S.) Efendimizin bize kıldırdığı namazın kendisi (bir benzeri) dir. Resûlullah (A.S.) farzı kıldırınca O da cemaatine dönerek şöyle buyurmuştu : «Ey insanlar! İşitin ve anlayın; biliniz ki Allah’ın öyle kulları var ki onlar ne peygamberdir, ne de şehittirler, fakat peygamberler ve şehitler onların makamlarına ve Allah’a olan yakınlıklarına gıpta ederler.»
Bunun üzerine Bedevilerden biri kalkıp Resûlullah’a yaklaştı ve elini göğsüne doğru kıvırıp dedi ki:
- “Ya Resûlullah! Şu sözünü ettiğin Allah (C.C.) kulları kimlerdir, onları bize tanıtır mısın?”
Bedevinin bu sorusuna fazlasıyla memnun kalan Efendimiz (A. S.) şöyle cevap verdi:
- «Onlar insanlardan ayrılıp (Hakk’a) dönenler ve kabilelerin garipleridir. Aralarında yakın bir akrabalık da yoktur, fakat onlar Allah için birbirini severler ve saf bağlayıp dururlar. Kıyamet günü Allah, çıkıp oturmaları için onlara nurdan minberler hazırlar. Böylece onların hem yüzlerini, hem elbiselerini nur kılar. Kıyamet günü insanlar o günün dehşetinden korkarken onlar korkmaz. Evet, onlar, üzerlerinde hiç bir korku
olmayan ve üzülmeyen Allah dostlarıdır.» (Ahmed bin Hanbel – Ebû Ya’lâ : İsnad-i Hasen ile.. El-Hâkim : Sahih isnad ile.. )
Diğer Bir Rivayet:
Bir adam Mescid-i Saadete girip namaz kıldıktan sonra Resûlullah (A.S.) Efendimize gelerek selâm verdi. Efendimiz onun selâmını alıp karşılık verdi ve buyurdu ki:
«Dön yeniden namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın!» Adam bu emir üzerine dönüp yeniden namaz kıldı ve Peygamber’e (A.S.) dönüp geldiğinde, Efendimiz yine ona:
«Dön yeniden namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın!» buyurdu ve bu hal üç defa tekrarlandı. Adam çaresiz kalıp dedi ki:
«Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a and olsun ki bundan daha iyisini bilmiyorum, siz bana öğretin.» Resûlullah (AS.) da ona şöyle tarif etti:
«Namaza durunca önce tekbir getir. Sonra Kur’ân’dan sana kolay gelenini oku. Sonra rükû’a var, bütün organların sakinleşinceye kadar bekle, sonra başını kaldırıp belini iyice doğrult. Sonra secdeye var, yine azan sakinleşinceye kadar bekle ve secdeden kalktığında yine oturuşun ölçüsünü alıncaya kadar bekle. Yine secdeye var ve âzan sakinleşinceye kadar bekle ve her rekâtta bunları aynen yerine getir.» (Buharı – Müslim – Ahmed bin Hanbel : Ebû Hüreyre (R.A.)’den.) (Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/230-232)
Rükû’ ve secdeleri yaparken nelere dikkat etmek gerekir, rükû’ ve secdelerin arasında ne kadar beklenmelidir?
Rükû’ ve secdeleri yaparken bazı hususlara çok dikkat etmek gerekir. Rükû’da azalar sakinleşinceye kadar beklemek, kalkınca da beli iyice doğrultmak gerekir.
Secdelerdeki durum da böyle, yani gerek secdede, gerekse iki secde arasında aza sakinleşinceye kadar beklemek ve iki secde arasında otururken beli iyice doğrultmak vâcibdir.
Bu konuda Resûlullah (A.S.) Efendimizin birkaç hadîsini nakletmek yerinde olur:
«Namazında hırsızlık yapan kimse, insanların en fena hırsızıdır.»
Buyurduğun da Ashab-ı Kiram sordu:
ükû’ ve secdeleri yaparken nelere dikkat etmek gerekir, rükû’ ve secdelerin arasında ne kadar beklenmelidir?
Rükû’ ve secdeleri yaparken bazı hususlara çok dikkat etmek gerekir. Rükû’da azalar sakinleşinceye kadar beklemek, kalkınca da beli iyice doğrultmak gerekir.
Secdelerdeki durum da böyle, yani gerek secdede, gerekse iki secde arasında aza sakinleşinceye kadar beklemek ve iki secde arasında otururken beli iyice doğrultmak vâcibdir.
Bu konuda Resûlullah (A.S.) Efendimizin birkaç hadîsini nakletmek yerinde olur:
«Namazında hırsızlık yapan kimse, insanların en fena hırsızıdır.»
Buyurduğun da Ashab-ı Kiram sordu:
— Ey Allah’ın Peygamberi! İnsan kendi namazından nasıl çalabilir?
Buyurdu ki:
— «Rükû’ ve secdelerini tamam yapmaz, rükû’ ve secdelerde belini iyice doğrultamaz.» da ondan. (Ahmed bin Hanbel – Tabarânî – İbni Huzayme – Hâkim : Sahih isnadla vâyet edilmiştir.)
Rükû’ ve secdelerini yerine getirirken belini doğrultmayan kimsenin namazı yeterli değildir.» (Kütüb-i Sitte’den beşi rivayet etmiştir : îsnadı sahihtir.)
Büyük sahabi Hz. Huzayfe (R.A.), namaz kılarken rükû’ ve secdelerde belini doğrultmayan bir kimse gördü, ona şöyle dedi : «Sen namaz kılmadın. Eğer bu vaziyette ölecek olursan, fıtrat üzere ölmüş olmazsın.» Fıtrattan maksat, «din»dir. Bundan maksat, Hazret-i Muhammed’in (A.S.) getirdiği dinin anlam ve ölçülerini noksan bırakarak ölürsün, demektir. (Rivayetin bir bölümünü Buhari nakletmiştir.) (Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/245-246.)
Namazın şartları, farz ve vacipleri, sünnet ve adabları gibi hususlara bağlı kalınarak namaz nasıl kılınır?
Namaz kılmaya kalkıldığında niyet getirerek ellerini kaldırıp tekbir getirir. Başparmaklar kulak yumuşağı seviyesinde tutulur. Tekbir getirilirken baş öne doğru eğilmez, elin iç kısmı kıbleye gelecek şekilde tutularak tekbir getirilir. Eller tam kulak hizasına kaldırıldığında Allahu Ekber denilir. En sahih olan da budur. Kunut ve Bayram tekbirleri bu ölçü ve biçimde getirilir. Ancak Bayram Tekbirleriyle İftitah Tekbiri ve bir de Kunut Tekbirinde eller kaldırılır; bunun dışındaki tekbirlerde eller kaldırılmaz. Ancak kaldırıldığı takdirde namaz bozulmaz.
Kadına gelince, o İftitah Tekbiri getirirken ellerini sadece omuzları hizasına kadar kaldırır. Sahih olan da budur. Tekbirde ellerin parmakları birbirine yapıştırarak değil, normal bir biçimde araları hafif açık bir vaziyette tutulur. Ellerini kaldırmadan Tekbir getirmek sünnete uygun değildir. Ancak bir illet ya da hastalıktan dolayı ellerini kaldıramayanlar müstesna. Ellerinden sadece birini kaldırabilen onunla yetinir.
Allahu Ekber derken lafz-ı celâl’in elifi uzatılmaz. Ekber kelimesinin de elif veya ba harfini uzatmak da böyledir. Hattâ çoğu ilim adamlarına göre, böyle teleffuz eden kimse namaza başlamamış sayılır. Lafza-ı Celâl’in sonundaki (ha) harfini uzatmak mânayı bozmaz, ama kurala aykırıdır. O halde gerek Allah, gerekse Ekber kelimelerinin başındaki elif’i uzatan kimsenin namazı bozulur. çünkü bu tarz okumak, mana yönünden çok hatalıdır. kasten yapılırsa küfre kadar götürür. (Et-Tebyin – El-Hulasa – El-Hidâye – El-lhtiyar Şerhi Muhtar.)
Tekbir getirildikten sonra sağ el sol el üzerine konularak göbek altında bağlanır. Kadınlar ise bu durumda ellerini göğüsleri üzerine korlar. Ayrıca baş ve serçe parmakla sol elin bileği hafifçe tutulur, geriye kalan parmaklar bilek üzerine uzatılır.
Rükû’a gidilirken eller konulduğu yerden kaldırılır, rükû’da elerin içi diz kapakları üzerine konulur. Meşayihten bir kısmına göre, sadece koymakla kalmaz bir de diz kapaklarını kavrar şekilde tutar. Bu ikisi arasında bir tutuş daha uygundur. (Siracü’l-Vehhac – Et-Tebyîn – El-Muhit – Fetâvâ-yi Hindiyye.)
A) Ayakta Dururken Ayakların Arasının Açık Tutulması:
Namazda ayakta durulurken ayaklar arasını dört parmak kadar açık tutmak adâbdandır. Bunu müstehâb kabul edenler de olmuştur. Birinci görüş daha sahihtir. (Et-Tencis / Hâherzade – En-Nihaye – El-Hidâye.)
Eller belirtilen biçimde bağlandıktan sonra,
“Sübhâneke’llahümme ve bi-hamdike ve tebareke’s-muke ve teâlâ ceddüke velâ ilahe gayruke” okunur. (El-Hidaye – El-Bedayi’ / Kâsânî.) Bunu ister imam, ister münferid kılan, ister cemaat halinde kılanlar olsun, her namaz kılanın okuması sünnettir. (Tatarhaniyye.)
B) Sübhaneke’de «ve celle senâüke» okunur mu?
El-Asıl, En-Nevadir gibi kaynak kitaplarda Cenaze namazının dışında bu cümlenin okunmaması oradaki duâ makamına ve onun esrar ve hikmetine daha uygundur, sonucuna işaret edilmektedir. Allah’ı lâyıkıyla övmek ne mümkün. O kendisini övdüğü gibi uludur. Cenaze namazında mü’min kardeşimiz için duâ ederken, namazın başlangıcında yine Sübhaneke’yi okuyoruz. Ne var ki ve celle senâuke’ye burada yer veriyoruz. Bunun birçok nedeni vardır:
a) Her duanın ve duada yer alan kelime ve cümlenin bir makamı vardır ki, onun başka bir yerde okunması aynı feyiz ve rahmete kapı açmaz.
O halde ve celle senâuke’nin feyiz ve rahmet makamı, cenaze namazındadır.
b) Ölen kardeşimiz için Allah’ın rahmet ve mağfiretini dilerken O’nun yüceliğini, azamet ve kudretini, rahmet ve inayetini önce sübhaneke ile anlatmaya ya da dile getirmeye çalışıyoruz. Bu açıdan O’nun geniş rahmet ve mağfiretini diliyoruz. “Ve celle senâüke” diyerek O’nun rahmet ve mağfiretinin, azamet ve kibriyasının yüceliğine erişmenin mümkün olmadığını, en üstün övgüye ancak O’nun lâyık bulunduğunu kalbimizden dilimize getirmeye çalışıyor ve «ve celle senâuke» cümlesiyle bunu ifâde ediyoruz.
c) Bu cümlenin Cenaze Namazında okunduğunda kalbe verdiği şifâyı başka yerde okunmasıyla elde etmek o ölçüde te’sirli değildir. Bu bakımdan dualarda rivayet edilen şekle bağlı kalmakta büyük yarar vardır. “Ve celle senauke” cümlesinin vereceği şifâyı biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Sübhaneke’den sonra Euzü-besmele söylenir. Bunların kelime olarak şekli şudur:
Euzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm – bismillahi’r-rahmâni’r-rahim… fetva buna göre verilmiştir.
Türkçe anlamı:
«Kovulup rahmetten uzak tutulan şeytandan Allah’a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah adıyla başlarım… (El-Hulasa – EI-Bedayi’ / Kâsâni.)
Tabii bu ikisi de gizli okunur. Bu, hem imam, hem cemaat, hem de münferid için sünnet midir?
İmama uyanlar sadece Sübhaneke ile yetinirler. İmam ve bir de yalnız başına namaz kılanın Euzü-Besmele’yi hem okumaları, hem de bunu gizli söylemeleri sünnettir.
Muhtar olan görüş budur. (Ez-Zahire / Burhaneddin Taceddin.) Çünkü imam Ebû Hanîfe ile imam Muhammed’e göre teavvuz kıraate tabi’dir, sübhaneke’ye değil. Mesbuk yetişemediği rekâtları tamamlamaya kalktığında Euzü-besmele söyler. Çünkü kıraati yerine getirmesi gerekiyor. Muktedi (imama ilk rekâtta uyup onunla birlikte namazı tamamlayan) ise böyle değildir. O teavvuz (eûzü-besmele) okumaz, çünkü kıraati imam yerine getiriyor. Sadece imamın Euzü-besmele okuması yeterlidir. Bayram namazında ise Euzü besmele bayram tekbirlerinden sonra okunur. (El-Hidaye / Merğinanî.)
C) Her Rekâtta Teavvuz (Eûzü-besmele) Okunur Mu?
Meşayih-i Fukahaya göre, sadece birinci rekâtta kıraate başlarken okunması kâfidir. Fetva buna göredir. Sahih olan da budur. Kıraate başlarken teavvuz okumayı unutur, Fâtiha’dan sonra hatırlarsa, artık buna gerek kalmaz. (El-Hulâsa – Mecmau’l-Enhur.)
D) Besmele:
Euzü’den sonra Besmele okunur. Bu gizli söylenir. Besmele Kur’ân’dan bir âyettir, surelerin arasını ayırmak için konulmuştur. Namazda sadece Besmeleyle yetinip kıraatte bulunmamak caiz değildir. Çünkü kıraat Besmele dışındaki sure ya da üç kısa âyet okumakla gerçekleşmektedir. (El-Cevheretü’n-Neyyire / Şerhi – Kuduri.)
İmam Ebû Yusuf’a göre her rekâtta kıraate başlarken besmele okunur. Fetva buna göredir, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed bu görüşte değillerdir. (El-Muhit / Serahsî – Tatarhaniyye.)
Fatiha ile Sure arasında besmele okumaya gerek yoktur. (El-Vikaaye / Tacü’ş-Şeria – En-Nukaaye / Sadruşşeria.) Sahih olan da budur. Okunmasını tavsiye edenler de olmuştur. Ama fukahanın çoğu, okunmaması üzerinde durmuştur. (El-Bedayi / Kâsânî – El-Cevheretü’n-Neyyire / Şerh-i Kudurî.)
Besmele’den sonra Fâtiha-ı şerife okunur. Fâtiha’nın sonunda kendisi işitecek kadar «âmîn» denilir. Sünnet olan budur. (El-Muhit / Serahsi.) Âmîn deme hususunda imam, cemaat ve münferid (yalnız bastına kılan) eşittir. Yani hepsinin de kendisi işitecek, ölçüde söylemesi sünnettir.
E) Âmin kelimesi hem med, hem kasırla okunmuştur. Şeddeyle okunması hatadır. Manası, «Duamızı kabul buyur» demektir.



Yorum Yapın