http://lovepowerman.com

MANEVİYAT İKLİMİNE İLK ADIM

13 Haziran 2010 | Kategori: Tasavvuf

İnsan iki alemi bünyesinde birleştirir. Madde ve mana alemi.
Her bir alemin kendisine has rızkı ve hayat şekli vardır.
Maddî rızıklar gibi manevî rızıklar da kullara bir vesile ile ulaştırılır.
Allahu Teala’nın dünya hayatında hükmü böyle cerayan eder.
Maddi rızıkları biliyoruz.
Manevî rızıkların başında iman, hidayet, ilim, ilahi muhabbet, zikir, nur ve feyiz gelmektedir.
Kalbin, ruhun, nefsin, aklın, sırrın, vicdanın alması gereken manevî rızıklar vardır.
Ayrıca bu manevî cevherlerin ayrı ayrı vazifeleri vardır. Çünkü insanın bir yönü mülk aleminin şartlarına göre yaratılmıştır. Diğer yönü ise melekût aleminin özelliklerini taşır.
Mülk alemi, dünya ve içindeki hayat şartlarıdır. Yani beş duyu ile yaşadığımız alemdir.
Melekût alemi, gözle görülmeyen gayb ve sır alemidir.
Melekler, gökler, ruhlar, Arş-ı Azam, Kürsi ve Yüce Allah’ın gözlerden gizlediği diğer alemler melekût alemini oluşturur.
Bedenimiz mülk, kalbimiz melekut alemiyle irtibat kurmak için bize verilmiştir.
İnsan kalbi, Yüce Allah ile irtibat kurmak için yaratılmıştır.
İnsan, kalbi ile gayb alemine adım atabilir.
Ruhu ile o alemde dolaşabilir.
İnsan özel bir terbiye ile meleklerin arasına girebilir. Yüce Allah’ın huzurunda sevilip kabul görebilir.
İnsan oğlu, bedeniyle yerde, ruhu ve kalbiyle gökte bulunabilir.
Kısaca insan kendisini aşabilir ve Yüce Rabbine ulaşabilir.
O’nun varlığını sadece nakil ve akılla değil, kalbi, ruhu, vicdanı, sırrı ve diğer latifeleriyle anlayabilir.
Buna arifler müşahede derler, vuslat ismini verirler.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) kalbin bu derece ilim, irfan ve nura ulaşmasını “İhsan hâli” diye tanıtır.
Bu hâli biz de yaşayabiliriz.
Çünkü erkek-kadın her insan onlara davet edilmiştir.
Kısaca Yüce Rabbimiz: “Benden geldiniz, bana döneceksiniz. Siz benden vazgeçip nereye giriyorsunuz? Bana gelin, cennetime koşun!” diyor, dostlarını bekliyor.
Bu davete uyup o yola çıkanlara ne mutlu. Çünkü onlar ölmeyen bir dosta ve ölümsüz bir dostluğa doğru gidiyorlar.
Allah dostluğu bu maneviyat iklimine adım atmakla başlıyor.
Her şey bu ilk adıma bağlıdır. İlk adım da iradeye. Bundan sonrası Yüce Allah’ın takdirine kalır.
Maddi-manevî bütün rızıklar Yüce Allah’ın elindedir. Kimse yarın ne yiyeceğini bilmediği gibi, manevî hal olarak neye ulaşacağını da bilmez. Ancak rızkımızı aramak ve hayırlı rızık istemek dinimizin emridir.
Bu nur iklimine adım atmaya ve orada kalp ayağı ile yolculuk yapmaya arifler “seyr-u sülük” ismini verirler. Manası, sevgi ve iradeyle Yüce Allah’a gitmektir.
Bu yola girene mürid denir. Mürid, Allah rızasını isteyen kimse demektir. Yolun rehberine mürşid denir.
Bu mürşid, Yüce Allah’ın halifesi ve şahididir. Elinden tutanı Yüce Allah’a götürür.
Bu yolda müride gelecek manevî rızıklar onun vasıtasıyla gelir. Bunun nasıl gerçekleştiğini büyük arif Şihabüddin Sühreverdî (k.s) şöyle belirtir:
“Bir mürid hak yolunda kamil mürşide intisab edince, onun manevî tasarrufu altına girmiş olur. Bu şekilde onunla hukuku başlar. Artık mürşitten terbiye ve edep alır.
Mürşidin kalbi müridin kalbini feyiz ile besler ve destekler. Bu tıpkı bir lambanın aradaki fitil yoluyla kandilden gaz yağı çekip ışık vermesine benzer. Aynı şekilde mürid mürşidine bağlı olduğu sürece onun kalbinden nur çeker, feyiz alır. Mürşitte bulunan manevî hâller, müridin onunla sohbeti ve kabiliyeti nisbetinde kendisine geçer.
Kalp yoluyla feyiz alış verişi bazı şartlara bağlıdır.
Önce mürid sadık ve samimi olmalıdır. Sonra kendi iradesini ve nefsin boş arzularını bir kenara bırakıp bütünüyle mürşidin iradesine teslim olmalıdır. Bu teslimiyet olmazsa mürşid, müritte tasarruf edemez, ona feyiz veremez. Bu teslimiyet terbiye için ilk basamaktır.
Bu teslimiyet sayesinde mürid ile mürşidi arasında ruhî bir bağlantı oluşur.
Mürid mürşidinin bir parçası durumuna gelir. Sonra mürşid müridi bir derece ilerletir ve her şeyi ile Yüce Allah’a teslim olma makamına çıkarır.
Artık mürid, daha önce mürşidinden ilim ve feyiz aldığı gibi, bu makamda doğrudan Yüce Allah’tan ilim, nur ve feyiz almaya başlar. Kamil mürşidin rehberliği ile bunu yapabilecek hâle gelir.
Bütün bu hayırların temeli teslimiyet, sohbet ve mürşidin nazarlarıdır. İntisab bunun başlangıcıdır.” (Sühreverdî, Avarifü’l-Mearif, 96. (Terc:120).)
Mürşid bu işte kendi başına hareket etmez. Mür-şid, irşad işinde Resûlullah (a.s) Efendimizin vekilidir. Onun rehberi ve destekçisi de Hz Peygamber’dir. (s.a.v). Bunu İmam Sühreverdî (k.s) şöyle ifade eder:
“Manevî terbiyede mürşidin eli Resûlullah (a.s) Efendimizin eli yerindedir. Çünkü mürşid, irşad işinde Hz. Peygamberin varisi ve vekilidir, onun işini yürütmektedir. Bundan dolayı müridin mürşidine teslimiyeti aslında Allah ve Resulü için bir teslimiyettir. Şu ayet buna işaret eder:
“Resulüm! Sana bey’at edenler, şüphesiz Allah’a bey’at etmiş olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir.
Artık kim verdiği sözü bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de verdiği söze vefa gösterirse, Allah ona büyük bir ecir verecektir.” (Fetih 48/10.)
Mürşid müridin önünde duran bir örnektir; o aynı zamanda bir ayna görevi yapar. Mürid ona bakarak Allahu Teala’nın ve Resulünün (s.a.v) razı olduğu şeyleri görüp anlamaya çalışır.
Mürid, din veya dünyası ile ilgili mühim işlerini mürşidine açarak çözmelidir. Mürid, mürşidiyle hallettiği şeyleri mürşidinin de Allahu Teala’ya danışarak hallettiğine inanmalıdır. Böyle bir durumda müridin kendisine durumunu arz ettiği gibi, mürşid de meselenin halli için Allahu Teala’ya yönelir.
Mürşid müridin işlerinde nefsinin keyfine göre tasarrufta bulunmaz. Çünkü mürid onun yanında Allahu Teala’nın bir emanetidir. Mürşid kendisinin, dinî ve dünyevî mühim işleri için Allahu Teala’dan yardım istediği gibi, müridin işlerini çözerken de yardım ister.(Sühreverdî, Avarif, 98. (Terc:123))
Mürşid nur ve nazar sahibidir.
Onda derin basiretiyle müridlerinin iç alemine vakıf olma gücü vardır.
Mürşid Yüce Allah’ın kendisine verdiği bu feraset nuruyla müridin kalbine yönelir ve ona din ve dünya işlerinde kendisi için en uygun olanı emreder.
Müridlerin kabiliyetlerinin değişik olmasından dolayı, onları Hak yoluna davet de değişik şekillerde olur.
Bunu kamil mürşid bilir.” (Sührevedî, Avarif, 99 (Terc:124-125).)
Nakşibendî yolunun büyüklerinden İmam Rabbani (k.s), maneviyat yolcusunun bu yolda neye muhtaç olduğunu şöyle ifade eder:
“Hakikaten dini yaşamak ve şeriata uygun amel etmek, ehl-i sünnet ve’l-cemaat yoluna girmeye bağlıdır.
Veliler kurtuluş fırkasını temsil ederler.
Bu büyüklere tabi olmadan kurtuluş çok zordur.
Bunların davet ettiği hak yola uymadan kimse felaha eremez. Akla, nakle ve keşfe dayalı deliller bunu ispat etmiştir. Bu gerçek hiç değişmez.
Bütün hâl ve hayatları sırat-ı müstakim olan bu zatların takip ettiği edep yolundan azıcık olsun uzaklaşan kimselere yanaşmamalıdır. Böyle kimselerin sohbeti insan için öldürücü bir zehir gibidir. Onlardan sakınmalıdır.” (İmam Rabbani, Mektubat, I, 213. Mektup.)

“Mürşid elinde seyr-u sülük yapmaktan gaye, nefsin kötü huylarını temizlemektir. Ancak o zaman Yüce Allah’a güzel kulluk yapmak mümkün olur.” (İmam Rabbanî, a.g.e, I, 35. Mektup.)

Yine bu büyük veli der ki:

“Mürşidin müride faydası bir anlık değildir.

Manevî terbiye ve feyiz alış verişi devamlıdır.

Manen kuvvetli olan mürşidin kalbi, kendisine yönelen zayıf kalpli müridi devamlı destekler. Mürid zamanla mürşidinin boyasıyla boyanır, onun güzel halleri ile hailenin

Bu, müridin mürşidine muhabbetine bağlıdır.

İrşat kutbu olan zat güneş gibidir. Kendisine yönelen herkese fayda verir. Yüce Allah onu özel olarak hazırlamış, insanlık için bir feyiz güneşi yapmış ve kullarının istifadesine sunmuştur.

Onu inkar ve reddederek kimse ilahi feyze ulaşamaz. Ona yönelen kimseler de Allah’ın rahmetinden mahrum olmaz.

Bir kimse, irşat kutbu olan Allah dostunu inkar ederse veya ona eli ve diliyle eziyet verirse, bu inkar ve eziyet onun zararına olur. Bu kimse hidayetin güzelliklerine ulaşamaz. O, çokça zikir ve ibadet ehli olsa da, bu inkarı yüzünden hidayetin hakikatine ulaşmaktan mahrum olur.

Ancak bu kutba kalbi ile muhabbet besleyip samimi olarak kendisine yönelen kimseler, her ne kadar Allah’ın zikir ve taatında geri olsalar bile, yalnız bu sevgileri sebebiyle kendilerine hidayet ve irşat nuru ulaşır. Anlayana bu kadarı yeter.” (İmam Rabbanî, Mektubat, I, 260.)



Yorum Yapın