http://lovepowerman.com

KİMYÂ-YI SAÂDET İMAM-I GAZALİ KENDİNİ TANIMAK-4

16 Temmuz 2010 | Kategori: Tasavvuf

3. KONU: DÜNYAYI TANIMAK Bu konuda beş kısım vardır.

1. KISIM: İNSANIN DEVAMLI OLARAK DÜNYADA YAŞAMAMASININ NEDENİ?
Dünya, din yolcusunun konak yeri, yolcuyu Allah’a götüren bir yol,misafirlerin azıklarını sağlayabilmeleri için açıkta kurulmuş süslü bir pazardır.İnsanın iki değiş ik durumu vardır: biri dünya, diğeri ahirettir. Ölümden önceki, kısa süreli ilk duruma dünya, ondan sonraki duruma ise ahiret denir. Dünyadan gaye, ahiret için azık toplamaktır. Çünkü insan ilk yaratıldığı zaman, sade ve eksik yaratılır. Fakat olgunlaşacak, meleklerin derecesine ulaşacak yetenektedir. Böylece yaratanına yakışacak bir kul olur. Yüce Allah’a yakışır bir kul olmayı, doğru yola ermek ve Yüce Allah’ın cemalini seyredenlerden olmak anlamında kullanıyoruz. Kulun en büyük saadeti, cenneti budur. Ve o, bunun için yaratılmıştır. Kalb gözü açılmayana dek gerçekleri göremez ve o cemali idrak edemez. Bu da ancak marifetle, biliş ile elde edilir.Yüce Allah’ın cemalini bilmenin anahtarı, O’nun yarattığı şeylerdeki akıl durdurucu durumları bilmektir. Bu yarattığı şeyleri bilmenin anahtarı, önce insan duygularıdır. Bu duygular, ancak su ve topraktan meydana gelmiş olan vücutta bulunurlar. O halde, duygular bunun için su ve toprak âlemine düştü. Ancak bu şekilde, ahiret azığını elde eder, hisleriyle kendinin dışında olanları bilir. Kendini tanımak anahtarıyla de, Yüce Allah’ı tanır. Bu hisler vücutta bulunduğu ve faaliyet gösterdiği sürece, o kimseye, dünyadadır, denir. Hislerden ayrılıp, özü ve öze ait sıfatları kalınca, ona, ahirete gitti denir. O halde insanın dünyada bulunmasının sebebi, azık hazırlamaktır.

2. KISIM: DÜNYANIN ASLI ve NEDENİ

Dünyada insana iki şey lazımdır: Birincisi, kalbin öldürücü sebeplerden korunması ve gıdasını elde etmesi, ikincisi de vücudun öldürücü şeylerden korunması ve gıdasını elde etmesi.Kalbin gıdası Yüce Allah’ı tanımak ve sevmektir. Çünkü her şeyin gıdası tabii özelliklerine uygundur. Daha önceki satırlarımızda da, kalbin özelliğinin Allah’ı tanımak ve sevmek olduğunu anlatmıştık. Kalbin mahvolmasının sebebi, Yüce Allah’tan başka şeylerin sevgisine dalmaktır.Vücudu kalb için korumak gerekir. Yoksa vücut birgün yok olur, ama kalb devamlı var olacaktır. Hacıyı hacca götüren deve gibi, vücut ta kalbin binek hayvanıdır, taşıtıdır. Deve hacıya lazımdır, hacı deveye değil. Eğer hacca giden, deve ile gidiyorsa, hacca gidinceye kadar devenin yemini,suyunu ve örtüsünü bulması gerekir. Hactan sonra onun sıkıntısından kurtulur. Ancak deve ile ihtiyacı miktarınca uğraşmalıdır. Yoksa bütün zamanını ona yem vermek, süslemek ve onu korumakla geçirirse, kafileden geri kalır ve mahvolur. İnsan için de durum aynıdır. Eğer bütün zamanını,vücudunun kuvvetlenmesine ve onu yok eden sebeplerle uğraşmasına
harcarsa, kendi saadetinden mahrum kalır.

Dünyada vücudun üç şeye ihtiyacı vardır:

1- Bes lenmek için yemek,
2- Korunmak için giyinmek,
3- Sıcak ve soğuktan kurtulmak için bir eve sahip olmak.
Bunları yerine getirirse yok olmaktan kurtulur. O halde insanlar için dünyada bunlardan başka şeyler gerekli değildir. Zaten dünyanın esası da bunlardır. Kalbin gıdası, besini is e marifettir. Bu marifet ne kadar çok olursa, o kadar iyi olur. Vücudun gıdası da yemektir. İhtiyaçtan çok olursa,onun mahvına sebep olur. Yüce Allah şehveti, insana yemekte, ev edinmede ve giyinmekte vücudun gereksinmesinin meydana gelmesi için vermiştir. Binek hayvanı olan vücut ancak bu şekilde yok olmaz.Şehvet kendisine verileni yeterli bulmayan, her zaman daha fazlasını isteyen bir şekilde yaratılmıştır. Akıl, onun hududu nu aşmamasını sağlamak için yaratılmıştır. Peygamberler aracılığıyle gönderilen şeriatler, şehvetin sınırını belirlemek içindir.
Şehvet , yaratılırken insana verilmiştir. Çünkü şehvetin ürünü olan arzu ve istekler, çocukta bulunur. Akıl ise sonradan gelişir. Demek ki arzu ve istekler, daha önce vücuda yerleşmiş , hükümranlık kurmuş ve itaat etmeyi istemez olmuştur. Akıl ve şeriat , ondan sonra gelmiş tir.Demek ki bütün varlığını kuvvet kazanmaya, elbise ve mesken edinmeğe vermemeli ve bundan dolayı kendini unutmamalıdır. Bu kuvvet ve elbisenin neye yaradığını, ne için olduğunu bilmesi, hatta kendinin bu dünyada
neden bulunduğunu anlaması, ahiret için azık olan kalbin gıdasını unutmaması için geldiğini idrak etmesi icab eder.Bu yazdıklarımızda dünyanın aslını, ne bizim bir bela olduğunu ve amacını anlattık. Şimdi de dünyanın dallarını ve kısımlarını açıklayalım.

3. KISIM DÜNYANIN ASLI ÜÇ ŞEYDİR: YEMEK, ELBİSE ve EV EDİNME

Dünyanın varlığı dikkatlice incelenirse üç şeyden meydana gelmiş olduğu görülür.

Birincisi: Yeryüzünde bulunan maden, bitki ve hayvan gibi şeylerdir.Toprak, ev ve ziraat yapmak içindir. Madenler çeşitli
aletler için,hayvanlar da binek, taşıt veya etlik içindir.

İkincisi ve üçüncüsü de kalbin ve vücudun bunlarla meşgul olmasıdır. İnsan kalbini onu sevmek veya istemekle, vücudunu da onu düzeltmek ve onun işlerini yapmakla uğraştırır.Kalbi dünya tutkusu ile meşgul etmek, kalbin mahvolmasına sebep olan
hırs , kıskançlık, pintilik, düşmanlık ve benzer kötü sıfatları meydana getirir.
Vücudu aşırı olarak dünya işleriyle uğraştırmakta, kalbe meşguliyet verir,böylece aslını unutur,tamamen dünya işlerine dalar.
Dünyanın aslı üç şeydir demiştik: Yemek, elbise ve ev edinme.Bunun gibi insanlar için gerekli olan sanatlar da üçtür:Ziraatçılık, dokumacılık ve marangozluk. Yalnız bu sanatların her birinin çeşitli dalları vardır. Bazıları ona hazırlık içindir: Pamuk döven ve iplik yapanın dokumacıya çalışması gibi. Bazısıda tamamlar: Terzinin elbise dikerek dokumacının işini
tamamlaması gibi. Bunların herbiri için çeşitli aletlere ihtiyaç vardır. Bunlar odun, maden, deri vs… gibi şeylerdir.Böylece odunculuk,demircilik,dericilik vs… gibi sanatlar meydana gelir.Bunların her birisi diğerine muhtaçtır.Çünkü herkes bir işi bütünüyle yapamaz. Böylece terzi, dokumacının ve demircinin işini, demircide diğer ikisinin işini yapmak üzere bir araya gelir. Böylece toplum yerleşir, oluşur ve aralarında geçimsizlik ve düşmanlık başlar. Çünkü hiçbiri kendi hakkına razı olma, daha fazlasını, baş kasınınkinide ister. Böylece üç sanata daha ihtiyaç doğar:
Birincisi: Saltanat ve siyaset ,
İkincis i: Kadılık ve hakimlik,
Üçüncüsü: Kanunu koyan fıkıh sanatıdır. Her ne kadar bunların çoğunun el ile bir ilgisi yoksa da yine de her biri birer sanattır.Böylece insanın dünya ile olan ilgisi çoğalır ve dünya ile haşır-neşir olur.İnsanlar bu işler arasında kendilerini kaybederler ve bütün bunların aslında şu üç şey için olduğunu unuturlar: yemek, giymek ve evedinmek.Bu üç şey vücut için, vücut ta kalb için gereklidir. Kalb te Yüce Allah’ı bilmek için lazımdır.O halde kendini ve Yüce Allah’ı unutanlar; kendini, Kabe’yi ve neden yolculuk yaptığını unutup bütün zamanını deveye bakmakla geçiren hac yolcusuna benzerler.Demek ki dünya ve aslı, bu anlattığı şeylerdir. Kim orada iken yolculuk için hazırlık yapmaz, işini bitirmez, ahireti düşünmeyip, dünya ile
ihtiyacından fazla meşgul olursa, dünyayı tanımamış olur.Bunun tek sebebi ise cahilliktir. Bu hususta,Peygamber efendimiz buyurmuş tur ki:
“Dünya Harut ve Maruttan daha büyük büyücüdür. Ondan kaçının.”
dünya bu kadar mahir bir büyücü olunca, onun hile ve aldatmacalarını,işlerinin neye benzediğini insanlara açıklamak fark olur. Şimdi dünyanın neye benzediğini açıklayalım:

4. KISIM DÜNYANIN ALDATICILIĞI HAKKINDA ÖRNEKLER ve İNSANLARIN GAFLETİ

Dünyanın aldatıcılığını ve insanların gafletini birkaç örnekle açıklayacağız:

1. ÖRNEK: Dünyanın en büyük aldatıcılığı, insana kendisini devamlı kalacak şekilde göstermesidir. Halbuki o, devamlı hareket eder ve insandan kaçar. Fakat safha safha ve gayet yavaş hareket eder. Kendisine bakıldığı zaman hareketsiz görünen fakat daima uzayan gölge gibidir. İnsan bilir ki,ömrü devamlı gidiyor ve yavaş yavaş kendisinden her an biraz daha uzaklaşıyor. İşte bu uzaklaşan ve kaçan dünyadır, insana veda ediyor.Ama insan anlamak istemiyor.

2. ÖRNEK: Dünyanın aldatmacılığından biride, kendini insana sunuyor gibi göstermesi, onu kendine aşık etmesi, devamlı onunla kalacağını, bir başkasına varmıyacağını imaetmesidir. Halbuki sonradan insana aniden düşman kesilir. Bu bakımdan, erkekleri aldatıp kendisine aşık ettikten sonra, evine götürerek zehirleyen zâlim bir dul kadına benzer.Hz. İs a (A.S.) mükaşefede iken dünyayı ihtiyar bir kadın şeklinde görüp
sordu:- Kaç kocan var?
- O kadar çokki sayamam.
- Öldüler mi, yoksa seni boşadılar mı?
- Hayır, hemen hemen tümünü ben öldürdüm, dedi.
Bunun üzerine İs a (A.S.): “Diğ erlerine ne yaptığını gördükleri halde yinede ibret almayıp seni istiyen bu ahmaklara şaşarım.” buyurdu .

3. ÖRNEK: Dünyanın aldatmacalarından biriside, dışını süsleyip bela ve sıkıntılarını gizlemesi, kendine dıştan bakan cahilleri yanıltmasıdır. Bu bakımdan, çirkin yüzünü örtüp, ipekli ve süslü elbiseler giyen ihtiyar bir kadına benzer. Uzaktan görenler çarpılırlar, fakat yüzündeki örtüyü kaldırınca pişman olur, üzülürler rezaletini görürler.Peygamber (S.A.S.) efendimiz buyuruyorki:”Kıyamet gününde dünya, yeşil gözlü, dişleri dökülmüş , çirkin, ihtiyar bir kadın şekline getirilir. Onu görenler: Allah korusun bu rezil ve çirkin şeyde nedir? Derler. Onlara: Bu, uğrunda birbirinizi kıskandığınız, birbirinize düşman kesildiğiniz, kandöktüğünüz, merhameti terkettiğiniz ve aldandığınız dünyadır, derler. Sonra onu cehenneme atarlar. Dünya der ki:Ya Rabbi, beni sevenler nerededir? Yüce Allah onların da getirilip cehenneme atılmalarını emreder.”

4. ÖRNEK: Birisi, dünyaya gelmeden daha önceki ölçüsüz zamanı ve içinde bulunmayacağı gelecekteki seneleri, yani önceliksiz ile sonsuzluk arasındaki birkaç günlük ömrünü hesaplarsa, dünyada geçici bir misafir olduğunu,ilk yerinin beşik,son yerinin mezar ve bu ikisi arasında birkaç konak bulunduğunu görür.Her yıl bir konak, her ay bir fersah,hergün bir mil ve her nefes bir adım gibidir. İnsan ise bu yolu katedmek için durmadan yürür. Kiminin bir fersah, kiminin daha az, kiminin daha çok yolu kalmıştır. Kendisi ise devamlı burada kalacakmış gibi üzüntüsüz ve düşüncesizce oturmuş ,on sene içinde bile kendisine lazım olmayacak şeyleri düşünmekle uğraşmaktadır. Oysa belki on gün sonra toprak altında olacaktır.

5. ÖRNEK: Sevgisini dünyaya verip ondan aldıkları zevklerden dolayı ahirette rezillik ve sıkıntı çekenler, çok yağlı yemekler tıkıştırıp üzerine tatlı şerbetler içerek midesini bozan, sonrada midesinde, ağzında ve dışkısındaki rezaleti görerek utanan, pişman olan “lezzetleri geçti, pislikleri kaldı” diyen kimse gibidir. Yemekler ne kadar çok olursa ağırlıkta o kadar fazla olacağı gibi, dünya lezzeti de ne kadar çok olursa,sondaki rezillik o kadar fazla olur.Bu,can çekişen insanlarda apaçık görülür.Zira çok zengin,bağ,bostan, cariye, köle, altın ve gümüş sahibi olan kişi ölürken,bunlardan ayrıldığı için duyacağı üzüntü,malı-mülkü az olanlarınkinden daha çok olur. Bu acı ve üzüntü ölümle yok olmaz.Bilakis daha da artar.Çünkü sevgi kalbin sıfatıdır. Kalb ise ölmez, olduğu gibi kalır.

6. ÖRNEK: Uğraştığı dünya işleri, insana az gelir, bununla uğraşmanın uzun sürmeyeceğini zanneder. Belki de yüz işten ancak bir tanesi ortaya çıkar ve ömrü o işle uğraşmakla geçer.İsa (A.S.) diyorki:”Dünyayı arayan, deniz suyu içene benzer. Ne kadar çok içilirse o kadar susuzluk artar, çok içilince sonunda öldürür. Yine de susuzluğun harareti eksilmez.”
Peygamberimiz (S.A.S.) de buyuruyor ki:
” Suya girenin ıslanmaması imkansız olduğu gibi, dünyada olupda ona bulaşmamak imkansızdır,”

7. ÖRNEK: Çok misafirperver bir adam düşünün: Misafirler için odalar süsler, onları gurup gurup çağırarak, önlerine kuru yemişlerle dolu altın ve gümüş tabaklar çıkarır, yanlarınada güzel kokular saçan ateş dolu mangallar koyar, gelen misafirler önlerindeki tatlıları ve meyveleri yer,fakat kendilerinden sonra gelenler için tabak ve mangalları bırakırlar.Dünyaya gelenin hali böyle bir adamın evinde misafir olmaya benzer. Onun adetini bilen ve akıllı olan herkes , ateşte ısınır, güzel kokulara bürünür,meyveleri yer, fakat mangal ve tabaklara dokunmaz,teşekkür edip kalkar gider. Ahmak olan, bunları kendisine verilmiş zanneder,giderken hepsini alıp götürmek ister. Fakat tam gideceği zaman elinden alındığında üzülür,canı sıkılır, feryad eder. İşte dünya da tıpkı böyle, yolcuların azıklarını bedava alacakları, fakat içerde bulunan şeyler için açgözlülük etmeyecekleri misafir konağına benzer.

8. ÖRNEK: Dünyaya karşı aşırı ilgi duyanlar, onunla devamlı meşgul olup ahireti unutanlar, gemide yolcu olup, bir adaya yanaşarak ihtiyaçlarını gidermek için dışarıya çıkanlar gibidir. Kaptan: “Hiç kimse fazla kalmasın,temizlikten başka bir şeyle meşgul olmasın. Gemi hemen kalkacaktır” der.Yolcular adaya dağılırlar. Akıllı olanlar, çabucak temizlenerek geri döner,
boş olan gemide daha güzel ve daha uygun bir yer tutup oraya oturur.Başka bir gurup adanın güzelliğine ve çekiciliğine kapılır, şaşkınlıkla etrafındaki çiçeklerin harikuladeliğine, bülbüllerin şakırdamalarına dalar.Gemiye dönünce rahat yer bulamaz,dar ve karanlık bir yerde oturmanın sıkıntısını çekerler. Başka bir gurupda yalnız bakmakla kalmaz, çiçekleri ve güzel taşları toplamaya koyulur. Gemiye döndüklerinde yer bulamaz, dar bir köşeye sıkışırlar.Çok defa çakıltaşlarını da omuzlarının üzerinde taşır.Aradan bir iki gün geçince getirdikleri çiçekler solmaya başlar, kararır,etrafa kötü kokular saçar. Bu sefer pişman olurlar, atacak yer bulamazlar,yükü ve sıkıntıyı omuzlarında taşırlar. Diğer bir gurupta adadaki güzellikler karşısında apışıp kalır, kendilerinden geçerler. Kaptanın çağrısını duymazlar ve adada kalırlar. Böylece kimisi açlıktan ölür, kimisi de yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanır.Bu örnekte gördüğümüz birinci gurup Allah’tan korkup günahlardan kaçan mü’minlere benzer. Sondakiler de Kâfirlere. Çünkü Kâfirler, son gurubun gemiyi unutması gibi, Allah’ı ve ahireti unuturlar, bütün varlıklarını dünyaya verirler. Onlar hakkında,Yüce Allah buyuruyor ki:
“Dünya hayatını ahiretten daha çok sevdiler.” NAHL SURESİ, Ayet : 107
Örnekte gördüğümüz, gecikmiş olmakla beraber, yine de gemiye dönen iki gurup Allah’a inanmakla beraber, O’nun buyruklarına kulak asmayarak,dünyadan vazgeçmeyenlere benzerler. Bir kısmı fakir kalır, bir kısmı da çok şey toplayıp yükünü fazlalaştırır.

5. KISIM: DÜNYADAKİ HERŞEY KÖTÜ DEĞİLDİR

Dünya hakkında çok aşağılayıcı şeyler söyledik. Ama dünyadaki her şey kötü ve aşağılık değildir. Belki dünyada öyle şeyler vardır ki, onlar aşağılık sayılmazlar. Örneğin ilim ve işler dünyada meydana gelir, fakat insanla beraber ahirete giderler. Yalnız ilim olduğu gibi kalırken amel biraz değişikliğe uğrar,kendisi değilde izi kalır. Bu iki türlü olur:Biri kalb cevherinin temizliği ve parlaklığı olup, günahlara yaklaşmamaktan meydana gelir. Diğeri de Yüce Allah ‘ı anmağa alışıp,sürekli ibadet yapmakla oluşur.Bunlar devamlı kalıcı şeylerdir.Yüce Allah buyuruyor ki:”Ebedi kalacak faydalı şeyler, Rabbin katında daha hayırlıdır.” EL-KEHF SURESİ, Ayet : 46
İlmin, Allah’a yakarışın ve devamlı olarak O’nu anmaya alışkanlık haline getirmenin verdiği zevk çok fazladır. Bunlar dünyada olur, fakat dünyalık sayılmazlar. O halde dünyadaki bütün zevkler çirkin ve kötü değildir. Belki devamlı kalıcı olmayan başka zevklerde çirkin değildir. Dünyada olduğu halde ölümden sonraya kalmayan, yeterince güçlü olma, evlenme, giyinme ve ev edinme gibi, ahiret işlerine, ilme, amele ve müminlerin çoğalmasına sebep olan şeyler gibi.Dünyada bu kadarıyla yetinen, bunları da ahiret işlerine rahatlık kazandırsın diye kabul edenler, dünyaya gönül vermiş sayılmazlar.Yalnız dünyadan dolayı kötü olanlar, din için olmayanlardır. Belki o,kendinden geçmiş , zevk ve mala kapılıp kulluğunu unutmuş kalbini bu dünyaya bağlayıp, öbür dünyadan nefret eden bir kimsedir. Bunun için,Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Dünya ve içinde bulunanlar,lanetlenmiştir.Yalnız Yüce Allah’ı anmak ve bu anmaya yardım eden, vesile olan şeyler lanetlik değildir.”
Dünyanın aslını ve ne olduğunu bu kadar anlatmak yeter. Bundan sonrasını muamelat konusunu işlerken, ceza kısmında anlatacağız.

4. KONU: AHİRETİ TANIMAK

1. KISIM: VÜCUT ve RUHLA İLGİLİ CENNET ve CEHENNEM (Bu konuda onbeş kıs ım vardır.)

Ölümün aslını bilinmeyince, ahiretin aslını da kimse bilemez. Hayatın aslı bilinmeyince, ölümün aslı bilinemez. Ruhun aslı bilinmeyince de,hayatın aslı bilinmez. Ruhun aslını bilmek de, önceki satırlarda bir kısmını anlattığımız, kendi nefsini bilmektir.Daha önce,insan iki kısımdan meydana gelmiş demiştik: biri ruh, diğeri vücut. Ruh binici, vücut da onu taşıyan hayvan gibidir. Ahirette de ruhu taşıyacak bir vasıtası, bir durumu, cennet veya cehennemi vardır. Kendi aslından dolayı, vücudun ortak olmadığı bir durum daha vardır. Vücut sebebiyle de onun bir cenneti veya cehennemi, mutluluğu veya felaketi
vardır. Araya vücut girmeksizin sadece kalbin mutluluk ve zevklerine “Ruhani Cennet”, yine araya vücut girmeksizin kalbin sıkıntı, acı ve isyancılığına da “Ruhani Cehennem” diyoruz.Vücudun ruhla beraber bulunduğu cennet zaten bellidir. Orada ağaçlar,nehirler, huriler, köşkler, yiyecek, içecek ve bunlara benzer şeyler vardır.Cehennemde ise ateş , yılan, akrep, zakkum ve benzeri şeyler vardır. Her ikisinin özellikleri Kur’an-ı Kerim ve Hadislerde açıklanmıştır. Bunları herkes anlayabilir. İhya-u Ulumi-ddin adlı kitabımızda, ölümü hatırlama konusunu uzunca açıklamışız. Burada bu kadarıyla yetinip, ölümün aslını anlatalım, ruhani cennet ve cehennemi açıklayalım. Zira bunları herkes bilmez. Bir kutsi hadiste;
Yüce Allah buyuruyor ki:
” İyi iş ve davranışlarda bulunan kullar için, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hiç kimsenin hayal edemiyeceği şeyler (mükafatlar)hazırladım.”
İşte Yüce Allah ‘ın buyurduğu bu şey ruhani cennettir. Kalbin içinden meleküt (Allah’ın hükümranlığı, saltanatı, büyüklüğü) âlemine bu anlamın apaçık olduğunu, hiçbir şüpheizi taşımadığını gösteren bir pencere açılır.Bu seviyeye erişen kimseler, cennet ve cehennemi benzeşme işitme yoluyla değil, yakin ile bilirler. Bu derin görüşlülük “kalb gözünün gözlemiyle olur.”
Doktorun vücuda neyin yarayıp neyin yaramadığını bilmesi buna hastalık ve sağlık demesi, sağlığın dikkat ve perhizden, hastalığın da çok yemek ve perhiz etmemekten ileri geldiğini söylemesi gibi, manevi gerçekleri bilmeklede kalbin yani ruhun, mutluluğunun ibadet ve marifet , zehirinin ise cahillik ve günah olduğu anlaşılır. Bu çok kıymetli ve yüksek bir ilimdir. Âlim denen birçok kimse bundan habersizdir. Hatta inkar bile ederler. Vücut için olan cennet ve cehennemden başka söz söylemez, ahiret hususunda da işitme ve taklit etmekten başka bir yol bilmezler. Bizim bu hususta uzun bir kitabımız vardır. Burada bu kadarını anlatmakla yetineceğiz. Zeki olup kalbi inad v e taklit çamurundan temizlenmiş olanlar, bu gerçeği anlar ve ahiretle ilgili işler kalblerinde kuvvetlice belli olur. Kalplerini fesat ve şüphe çamurundan temizleyemedikleri için birçok kimsenin ahirete imanı zayıf ve sallantıda olur.

2. KISIM: ÖLÜMÜN ASLI NEDİR

Ölümün aslını öğrenmek isteyenler bilmelidirki,insanın iki ruhu vardır.Biri hayvanlara ait ruh cinsinden olan Hayvani ruh,diğeride meleklere ait ruh cinsinden olan İnsani ruh.Hayvani ruh, canlıların sol tarafından bulunan, yürek dediğimiz et
parçasından meydana gelmiş olup, kalbin kaynağıdır. Kalb ise, hayvanın yapısal yaradışılından uzak olup buhar gibi, zariftir. Yumuş ak bir yapıya sahiptir ve kalpten atar damarlar vasıtasıyla hareket ederek beyne ve diğer organlara ulaşır. Duygu ve hareketliliği bu ruh taşır. Beyne ulaştığında harareti azalır, sakinleşir. Göz görme kuvvetini, kulak duyma kuvvetini,diğer organlar da kendi duyarlık ve kuvvetlerini ondan alırlar. Bu, tozlu bir odadaki lambaya benzer.Lambanın ışığı tozlardan geçip duvara yansır ve orayı aydınlatır. Kandil aydınlığının duvara yansıması gibi, Yüce Allah’ın kudretiyle, görmek, işitme ve diğer duygulardaki kuvvetler de bu ruhtan diğer azalarda meydana gelir. Eğer bir damarda tıkanma olursa, ondan sonraki organ hareketsiz kalıp felç olur. His ve hareket kuvvetini yitirir.Doktor da organı sıhhate kavuşturmak için tıkanıklığı gidermeye çalışır.Ruh bir kandilin alevi, kalb fitili, gıdalar da yağı gibidir. İçindeki yağ bitince kandil söner. İçinde yağ bulunur, fakat fitil çok yağ çekerse bozulur. Kalp de bunun gibidir. Fazla yemekten damarlar yağ bağlayınca,kalp gıdası olan kanı almaz olur. Yine kandilin yağ ve fitili eksiksiz olduğu halde, üzerine bir şey konduğunda sönmesi gibi, canlıya da büyük bir yara ve zorluk gelince ölür.Yaradılış doğruluğunu yitirmediği sürece ruh, his ve hareket kuvveti gibi,Yüce Allah ‘ın izniyle, meleklerin varlığından güzel manalar alır. Fazla sıcaktan, fazla soğuktan veya başka nedenlerden dolayı sağlam yaradılış
bozulursa, meleklerin varlığını anlamaya layık olamaz. Bir aynanın yüzeyi düzgün ve parlak olursa, karşısındaki şeylerin şeklini gösterir. Ama ayna düzgün olmaz veya pas tutarsa, karşısındaki şekilleri göstermez. Bu durum,şekillerin yok olmasından değil, gösterme özelliklerinin aynada kalmamış olmasından ileri gelir. Bunun gibi ruh sağlam ve doğru olunca,görevini yapar, bu özelliklerini yitirince his ve hareket kuvvetlerini almaz, almayınca organlar onun nurlarının bağışından yoksun kalır. His ve hareketini kaybeder, ölür.Hayvani ruhun ölmesinin anlamı budur. Yaradılışın bozulması için
sebepleri meydana getiren, ölüm meleği dediğimiz Yüce Allah’ın bir yaratığıdır. İnsanlar yalnız onun ismini bilirler. Aslını bilmek uzun sürer.Hayvanların ölümü bu şekildedir. İnsanın ölümü ise daha başkadır. Çünkü insanda bu hayvani ruh bulunduğu gibi, daha önceki satırlarda anlattığımız kalb denilen başka bir ruh daha vardır. Bu ruh, hayvani ruha benzemez.Çünkü o saf hava, süzülmüş buhar, gayet zarif ve temiz bir cisimdir. İnsan ruhu ise cisim değildir. Çünkü bölünmez. Yüce Allah onda tanınır ve bilinir. Yüce Allah bir ve bölünmediği gibi, O’nun bilindiği yerinde bölünememesi gerekir. O halde, bu bilgi,bölünebilen bir yerde meydana gelemez. Aksine ancak bölünemiyen tek bir şeyde olur.Yukarıda verdiğimiz örneği ele alırsak, fitil, yürek gibi, kandilin alevi hayvani ruh gibi, kandilin ışığı da insan ruhu gibidir. Kandilin ışığı kandilden daha zarif, daha ince olduğu ve bir şeye benzetilemediği gibi insanın ruhu da, hayvani ruha oranlar daha zarif ve bir şeye benzetilemez.Aslında bu benzetme, sadece güzellik ve zerafet bakımından doğru olabilir.Fakat başka şekillerde doğru değildir. Çünkü kandilin ışığı kandile tabidir,asıl olan kandildir. Halbuki asıl olan insani ruhtur, hayvani ruha bir şey olamaz.O halde hayvani ruh, bir bakımdan insan ruhunun binek hayvanı, bir bakımdan da bir alet gibidir. Hayvani ruhun yapısı bozulursa, vücut ölür.İnsan ruhu ise olduğu gibi fakat aletsiz ve merkepsiz kalır.Binek hayvanının ölümü ve aletin yok olması, binicisinin de yok olmasına sebep olmaz. Yalnızca aletsiz kalır o kadar.Bu alet , Yüce Allah ‘ın bilgi ve sevgisini anlamak, elde etmek için kendisine verilir. Eğer gayesine kavuşursa, aletin yok olması daha iyidir.Çünkü gayeye kavuş tuktan sonra, alet kendisine yük olur. Peygamberimiz (S.A.S.): “Ölüm mü’mine hediye ve armağandır” sözü, av için tuzak kuran ve tuzağın yükünü çeken içindir. Avını ele geçirdikten sonra tuzağın yok olması onun için büyük kazançtır. Allah göstermesin,eğer bu tuzak avı elde etmeden önce çalışamaz duruma gelirse, ayrılık acısının ve felaketin sonu gelmez. Bu acı ve felaketin başlangıcı kabir azabıdır. Yüce Allah bizi ondan korusun .

3. KISIM: İNSANIN BENLİĞİ VÜCUTLA DEĞİLDİR

Eli veya ayağı felç olan, hareket edemeyen birisinin özü benliği yerli yerindedir. Çünkü o el ve ayağın aleti değil,el ve ayak onun aletidir.O sadece bunları kullanandır. Benliğin aslı el ve ayağın olmadığı gibi sırtın,karnın, başın ve vücudun da değildir. Hepsi de felç olsa, çalışmaz hale gelse, yine de benliğe hiçbir şey olmaması mümkündür.Ölümün anlamı bütün vücudun felce uğraması, çalışamaz hale gelmesidir.Elin felç olmasının anlamı, benliğe itaat etmemesidir. İtaat edebilmesi için güce sahip olması gerekir. Bu güç de hayvani ruh lambasında ele ulaşan bir ışıktır. Hayvani ruhun geçiş yolları olan damarlarda bir tıkanıklık meydana gelse, güç, canlılık ondan sonraki organa gidemiyeceğinden, o organ artık itaat etmez.İnsanın istediği gibi söz geçirebildiği vücudun diğer yerleride,bu hayvani ruh aracılığıyla itaat eder. Demek ki vücudun yapısı bozulup,itaat edemez duruma gelmesine ölüm denir. Ölümle, her ne kadar vücudun itaatı diye bir şey kalmasa da, benlik öz yine yerli yerindedir.O halde benliğin aslı, nasıl vücut olabilir? Herkes bilirki, erginlik yaşında vücuttaki hücreler, çocukluk zamanındaki hücreler değildir.Onların tümü zamanla ölmüş , yerine alınan gıdalar yardımıyla yenileri gelmiştir. Öyleyse vücut hep aynı kalmıyor, devamlı değişikliğe uğruyor. Halbuki öz hep aynı kalır. Bu nedenle özün, benliğin varlığı, vücutla değildir. Vücut yok olsa bile öz benlik,yine de yanar.İnsanın özü, asıl yapısı da iki kısımdır: Biri, vücutla beraber olandır.Bu maddi varlıktır. Açlık, susuzluk hiss eder, yemeden-içmeden yaşayamaz. Bu birim kısım, ölümle yok olur. İkincisi ise vücudun araya girmediği,Yüce Allah’ı bilmek, cemalini tanımak ve bu şekilde arzulanan şeye kavuşmak gibi şeylerdir.Bu, insanın aslına ait bir özelliktir ve devamlı onunla kalır.Ayet -i celilede: “Sonsuza kadar devam edecek iyilikler” Kehf: 46 denilen budur. Eğer bunun karşıtı Yüce Allah’ı bilmemek ise, bu da aslın sıfatı olup yine devamlı onunla kalır. O, ruhun körlüğü, tanımamazlığın, küfrün tohumudur.Yüce Allah buyuruyor ki:”Kim bu dünyada (hakkı görmeyecek kadar) kör olursa, artık o, öbür dünyada da kördür ve yolunu şaşırmış olur.” İSRA SURESİ, Ayet : 72
Bu iki ruh arasındaki fark ve ilişki bilinmeyince, ölümün aslı hiçbir zaman anlaşılamaz.

4. KISIM: İNSANİ RUHUN DENGESİNİ KORUMAK

Hayvani ruh, bayağı yaradılmışlardan olup, görünmeyen buhar gibi cisimlerin zarif ve güzel karışımlarından meydana gelmiştir. Bu karışım şu dört cisimden oluşmuştur: Kan, balgam, safra ve lenf. Bu dört cismin aslı su, toprak, ateş ve havadır.Yaradılıştaki uyumluluk veya uygunsuzluk sıcaklık, soğukluk, nemlilik ve kuruluk miktarlarının değişik olmasından ileri gelir.Tıp ilminin amacı, insani ruhun aleti ve taşıyıcısı olan hayvani ruhtaki bu dört cismin dengesini sağlamaktır. İnsani ruha herhangi bir şey yapılamaz.Çünkü insani ruh bu âlemden değildir. O yüksek âlemden, meleklik cevherindendir. O, bu âleme kendisindeki akılları şaşırtıcı durumların görülmesi için inmiştir. Fakat onun asıl bulunduğu yerden ayrılarak bu
dünyaya gurbete gelmesi, Yüce Allah’tan gıdasını almak içindir. Bu hususta,Yüce Allah buyuruyor ki:”Hepiniz oradan dünyaya çıkın. Ama benden size doğru bir yol göstericisi geldiğinde biliniz ki, o kılavuzun izinden gidenlere asla korku ve fena yoktur.” BAKARA SURESİ, Ayet: 38
Yüce Allah Kur’an da meleklere buyuruyor ki: “Ben çamurdan bir insan (âdemi) yaratacağım. Onu tamamladığım ve kendi ruhumdan üflediğim zaman derhal secdeye kapanın.” SAD SURESİ, Ayet : 71 ile 73

Bu ayet , ayrı ayrı iki ruh âleminin olduğunu belirtir:

a) Bu ruhlardan birisini çamura verip çamura canlılık kazandırdı. Çamur ile ruhun birleşiminden meydana gelen bu yapıyı mutedil bir varlık haline getirdi. Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim de: “Onun yaradılışını tamamladım” ayeti celilesiyle bunu dile getirmektedir.

b) Ardından “tarafımdan ona hususi bir ruh verdim” ayeti celilesiyle, onu kendisine alakalı kıldığını belirtir. Buna bir insanın, kolay ateş alabilmesi için bir bezi parça parça yaparak, sonra ateşin yanına getirip alevlenmesi için üflemesini örnek gösterebiliriz.Hayvani ruhun bir dengesi, uyumluluğu vardır. Doktorun onu hasta ve yok olmaktan koruması için, bu dengeyi meydana getiren sebepleri bilmesi gerekir. Kalbin asıl varlığı olan yüksek insani ruhun da dengesi ve uyumluluğu vardır. Şeriattaki ahlak ve şehevi duyguları körelterek nefsi terbiye etme ilmi, insani ruhtaki bu dengeyi, uyumluluğu korur. Daha sonra anlatacağımız, İslamın şartları konusunda insani ruhun sağlığının bunlar olduğunu genişçe izah edeceğiz.İnsanın kendisini bilmeden Yüce Allah’ı bilemiyeceği gibi, iki ruhun aslını bilmeyince ahireti gerçeğe aykırı olarak bilmeside mümkün değildir. O halde kendini tanımak, Yüce Allah’ı ve ahireti tanımanın anahtarıdır. Dinin ana temeli Yüce Allah’a ve ahiret gününe inanmak olduğu için bu konuyu öne aldık.Ancak ruhun özelliklerindin birini burada anlatmadık. Ondan bahs etmek yasaklanmıştır. Zira halkın anlayışı bunu kavrıyamaz. Aslında Yüce Allah’ı ve ahireti kesin olarak bilmek, ruhun bu özelliğini tam olarak bilmeye bağlıdır. Fakat her insan bunu, nefsini kontrol altına alarak ve Allah yolunda arzu ile çalışarak kendi gayreti ile öğrenebilir. Başkasından dinlemekle anlaşılamaz.Birçok kimse Yüce Allah’ın bu özelliğini başkasından dinlemiş fakat inanmamış ,inkara yeltenmiş , “Bu mümkün değildir” demiştir. Bu, Yüce Allah’ı eksiklerden uzak tutmak değil, inkardır. Yüce Allah’ın bu sıfatı,insanlar duyunca inkar ederler diye ayet ve hadislerde açıkça belirtilmiştir.
Yüce Allah peygamberlere buyurmuştur ki:
” İnsanlara akıllarının alacağı şekilde anlatınız.”
“Bizim sıfatlarımızdan, insanların anlayamıyacakları bir şey söyleme. Sonra inkar ederler, zarara uğrarlar. (Ancak) anlayacakları kadarını söyleyin.”

5. KISIM: HAŞRIN, NEŞRİN, BA’SIN ve İADENİN (AHİRETTE RUHUN TEKRAR VÜCUDLA BİRLEŞEREK DİRİLMESİNİN) ANLAMI

Buraya kadar, ruhun aslının vücut ile değil, kendi varlığı ile durduğunu anlattık. Kendi özünün ve sıfatlarının varlığını yaşatmasında vücuda ihtiyacı olmadığı anlaşıld ı. Ölümün anlamı, onun yok olması değil,vücuttaki tasarrufunun sona ermesidir. Haşrın, neşrin, ba’sın ve iadenin anlamı, onu yok ettikten sonra tekrar yaratmak değildir. Bunun anlamı, ilk önce dünyada olduğu gibi, ikinci defa da ona, kullanabileceği yeni bir kalıp verirler demektir. İkinci defaki yaradılış veya kalıba karışma,birincisinden daha kolay olur. Çünkü ilk yaradılış ta hem vücut , hem de ruh yaratıldı. İkinci defada ise, ruh yerli yerindedir. Hatta vücudun bir kısmı da mevcuttur. Bunları bir araya getirmek ise, yaratmaktan daha kolaydır.Gerçekler bunu gösteriyor. Basit yapılı insanın, Yüce Allah ‘ın işini anlaması mümkün değildir. Zira hiç yoktan var etmek gibi güç bir işi
yapabilen için yanını bir daha yapabilmek kolaydır.İade etmek demek, eskiden sahip olduğu vücudun yine aynen kendisine
iade edilmesi demek değildir. Çünkü vücut ruhun bineğidir. Eğer kendisine daha iyisi verilirse, ona da biner.

I’ve seen so far is in perfect

http://www.lovepowerman.net

http://www.lovepowerman.com

ibrahim uzun web site admin



Yorum Yapın