http://lovepowerman.com

İmam-ı Rabbani k.s. hayatından kesit..

09 Temmuz 2010 | Kategori: Tasavvuf

“Sıla” ondan önce hiçbir âlime verilmemiş bir isimdir. Zamanındaki âlimler onu “sıla” ismiyle çağırmışlardır. “Sıla” birleştirici demek olup İslam ahkâmı ve tasavvufu birleştirdiği için İmam-ı Rabbani Hazretleri bu isimle anılmıştır. Asıl O’na sıla diyen Peygamberimiz (s.a.v.)’dir. İmam-ı Suyuti’nin Cem’ül Cemavi kitabında bahsedilen bir hadis-i şerifte; “Ümmetimden ‘Sıla’ isminde biri gelir. Onun şefaati ile çok kimseler cennete girer.” buyurulmuştur. İmam-ı Rabbani Hazretleri de bir mektubunda: “Beni iki derya arasında ‘Sıla’ yapan Allah’ü Teala’ya hamd olsun” diye dua etmiştir. İki deryayı birleştirmesi demek, din-i İslam ve tasavvufun birbirinden ayrı olmadığını hastalıklı kalplere ispat etmesidir. Bu ikisinden gaye, iki dünya saadetlerine kavuşup Allah Teala’nın rızasını elde etmektir.

Şeriatten ve tarikatten gaye nedir?
İlm’el Yakîn ile Allah’ın dini bilinir ve yaşanır. Bu, gayb âlemine iman etmekle başlar. Şeriat ilimlerini öğrenmek ve yaşamak İlm’el Yakîndir. Ayn’el Yakîn ise şeriat ilimlerinin kalple tasdikidir ve bu gayb alemini kalp ile idraktir. Gözün perdelerinin kalkması yani nefsin tezkiyesi (temizlenmesi) ve (riyazeti) arınması bu yolda mümkün olmaktadır. Nefs, makamları geçip “mutmaine” derecesine ulaşmadıkça şeriatı tam hakikatiyle bilmiş olamaz. Şeriatın ve tasavvufun bilinmesi ve yaşanması insanı Hakk’el Yakîn’e ulaştırır. Bu da ihlası elde etmek içindir. İşte şeriatten ve tarikatten gaye Allah Teala’nın rızasına kavuşmaktır.

Yetişme devresi
Altın silsilenin 23. halkası İmam-ı Rabbani Hazretleridir. Babası Ahmed Bin Abdül Ehad Hindistan’ın Serhend şehrine gelip yerleşmiş bir zat olup, Kadirî ve Çeştî yolunun önemli âlimlerindendir. İmam-ı Rabbani Hz.’nin soyu Hz. Ömer’e dayanır; bundan dolayı ona Farukî denmiştir. İlk ilim eğitimini babası Ahmed bin Abdül Ehad’dan almıştır. Küçük yaşlarda Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş; bütün ilimleri öğrenmiş ve bunlardan icazet almış ve talebe yetiştirecek dereceye ulaşmıştır. Kadirî ve Çeştî yolunun inceliklerini de babasından öğrenmiş; bu tarikatlerden de ilmini tamamlayarak icazetini almıştır.
İmam Rabbânî hazretleri buyurmuşlardır ki: “Nakşbendiyye, Kadiriyye ve diğer silsile meşayıhının makâmâtının cümlesine vasıl oldum. Bundan önce Hızır aleyhisselam’ın rûhâniyetinden ilm-i ledünne nail oldum. Bunların cümlesi Sultan-ı Enbiya sallallahu aleyhi ve sellem’in hakiki verasetine layık oluşum sebebiyle Allah’ın bir lütfü olarak hâsıl olmuştur.”

http://img88.imageshack.us/img88/5736/17006.jpg

Nakşibendî yoluna nasıl girdi?
Babasının vefatından bir yıl sonra hacca gitmek için Serhend şehrinden Delhi’ye giden İmam-ı Rabbani Hz., burada tanıdıklarından olan ve Muhammed Bakibillah Hz. bağlılarından Mevlânâ Hasan Keşmirî ile görüştü. Daha önce babasından ve bazı kitaplardan Nakşî yolunun güzelliklerini biliyor ve bu yolu kendisine talim edecek bir mürşit arıyordu. Bu durumu Mevlânâ Hasan’a anlattı. Hz Mevlana ona der ki: “Susuzlar cihanda suyu arasa da, su da cihanda susuzları arar.” Muhammed Bakibillah Hz. ise Delhi’ye, Ahmed-i Serhendî’yi İmam-ı Rabbani (Rabbani âlim) Müceddid-i Elf-i sani (Hicri ikinci bin yılın yenileyicisi) Ahmed-i Farukî’ye (Hz. Ömer’in soyundan gelen) dönüştürmesi için gelmiş bekliyordu. İmam-ı Rabbani huzura geldi, Muhammed Bakibillah Hz.’den çok etkilendi, “hac dönüşünde tekrar ziyaret ederim” diye düşünse de yıllardır arzuladığı o manevi deryadan ayrılamayıp ertesi gün hizmetinde kalma isteğini bildirdi ve hizmete kabul edildi.

Hocasına öyle bir teslimiyet ile bağlandı ki o bunu şöyle tarif eder: “Ölü yıkayıcısının eli altındaki ölü gibi.” Böylece bütün makamları hızla geçip bir ayda irşat makamına yükseldi ve icazet aldı. Muhammed Bakibillah Hz. kendi müritlerini de onun eğitimine vererek onu Delhi’ye hizmet için gönderdi.



Yorum Yapın