http://lovepowerman.com

Bişr-i Hafî (r.a.) hayatı

24 Mayıs 2010 | Kategori: Tasavvuf

İnsan olarak yaratılmış olan herkes, sürçebilir, günah işleyebilir; hatta bunu en büyük velilerin hayatlarında bile görmek mümkündür. Ancak işlenilen günahın ve yapılan hatanın tevbe suyu ile acilen yıkanması ve ciddi pişmanlık duyularak bir daha o günaha dönülmemesi lazımdır. Yüce Yaratıcı bu mevzuda zaten şöyle buyurmuyor mu? “Allah indinde makbul olan tevbe, kötülüğü ancak bilmemek sebebiyle yapacakların, sonra da çarçabuk (o kötülükten vazgeçip) tevbe edecek olanların tevbesidir. İşte Allah’ın tevbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır.” (en-Nisa 17).

Hayatında nice büyük günah işlemiş kimseler vardır ki, bunlar çok içten ve çok samimi olarak Allah’a karşı tevbe etmişlerdir. Yedikleri yemek ve içtikleri su ömür boyu gırtlaklarından rahatça geçmemiştir. Bunlardan bir kısmı mahcubiyetlerinden kırk yıl başlarını kaldırıp rahmetin indiği ve O’nun kudret ve azametinin sembolü olan semâya bakamamışlardır. Hakk’a karşı baş kaldırma mânâsına gelen o işledikleri günahlarıyla her an vicdanları paramparça olmuş ve daima kendilerini bir daha böyle bir hataya düşürmemek için müteyakkız olmuşlardır. Zaten bu pişmanlığı vicdanında duymayan insanın tevbesinin tevbe sayılmayacağı da Şanı Yüce Nebi’nin beyanları arasında “Tevbe pişmanlıkdır” sözüyle bize kadar intikal etmiştir. Dolayısıyla günah işlemiş olmayı değil de tevbe etmemeyi yadırgamak lazım. Geçmişteki günahıyla insanları mahkûm etmemek, rahmeti sonsuz olan Allah’ın kapısına teveccüh etmenin, herkes için açık olduğunu düşünerek insanların hazırdaki hayatlarına bakmak lazımdır.

Saadet asrının arkasında yerini alan ve halka, insanlığa ilim, ahlâk ve fazilet dersi veren tabiin ve tebei tabiin asrında da bu gibi insanlardan görmek mümkündür. İşte bunlardan birisi Bişr b. Hâris’tir. İçki mübtelası ve meyhane müdavimlerinden olduğu söylenen bu zâtın tevbesine vesile olan hâdise şöyle anlatılır:
Sarhoş halde yolda yürürken gözüne, ayaklar altında çiğnenen bir kağıt parçası ilişti. Eğilip onu aldı ve baktı ki, “Allah” lafzı yazılı kirlenmiş bir kağıt. Üçbeş kuruştan ibaret olan cebindeki bütün parasını harcayarak misk amber ve gül suyu satın alıp kağıdı yıkadı, temizledi, sonra misk amberle güzel kokulu hale getirdikten sonra bir kenara bırakıp gitti (1). O gece velilerden birisi şöyle bir rüya gördü: Cenab-ı Hak tarafından bir hitap işitti. Hitapda şöyle deniyordu: Bişr’e varıp haber ver ve de ki: “Bizim ismimizi misk kokusu ile temizledin, biz de senin ismini temizleyip arındırdık. İzzetime and olsun ki, senin ismini dünyada da ahirette de hoş hale getireceğiz.” Rüyayı gören Zât, Bişr b. Haris için böyle bir rüya nasıl olur acaba?.. Çünkü o henüz tevbe etmemiş ve Hakk’a sadakatla yönelmemiştir. Abdest alıp yeniden yatar ve rüya üç kere aynı şekilde tekrar eder. Rüyanın sadakatına inanan bu zât ertesi gün Bişr’i aramaya koyulur ve nihayet onu, rivayete göre, bir meyhanede bulur. Kendisine haber gönderir. Bişr’e haberi getiren adam: “Sana birisi haber getirmiş, gelip baksana!” deyince Bişr:
- Git sor bakalım kimden haber getirmiş? Adam tekrar rüyayı gören Zâtın yanına gelip Bişr’in sözünü nakleder. Haberin kendisine Allah Teala tarafından getirildiğini söyler. Bişr bu haberi alınca: “Rabbim beni azarlayacak” diye pek de gelmek istemez. Fakat Veli, “Hayır, seni azarlama şöyle dursun sana büyük beşareti var.” cevabını verince, o zaman Bişr, “Öyleyse biraz bekleyin de arkadaşlara, ahbaplara veda edeyim” der Meyhaneye dönen Bişr arkadaşlarına şöyle söyler:
- Dostlar bizi davet etmişler, gidiyoruz ve sizi de O’na ısmarlıyorum. Beni bir daha asla bu meyhanede bulamayacaksınız, diyerek oradan ayrıldı ve bir daha orada onun ismini duyan olmadı. Bişr’in o gün perişan bir hali vardı. Fakat ondan sonra da Hak karşısında o perişaniyetin farklı bir tezahürü oldu: Başı açık, yalın ayak, işlediği günahların mahcubiyeti altında iki büklüm perişan bir halde idi. Kendisine neden ayağına ayakkabı giyinmiyorsun diyenlere;
- Ben O’nunla ahdettiğim zaman yalın ayaktım. Artık utanırım ki, ondan sonra ayağıma ayakkabı giyineyim (2).

İsmi Bişr, babasının ismi Hâris’tir. Ebu Nasr künyesi ile maruf olan bu zât, Hafız Zehebî’nin tesbitine göre hicri 152 yılında Merv’in köylerinden Bekird veya Mabersam’da doğmuştur. Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ise, 150 yılında doğduğunu kaydetmiştir. Bilahare Bağdad’a yerleşen Bişr, orada ilim ve takva yolunda ilerlemiş, Fuzayl b. lyaz’ın sohbetlerine devam etmiş, sonra dayısı büyük muhaddis Ali b. Haşrem’in ilim meclislerinde bulunmuştur (3). Ayağına ayakkabı giyinmediği için de “Hafî” lakabıyla lakaplanmıştır. İlim tahsil etmek üzere, Mekke’ye, Küfeye ve Basra’ya gitmiştir. Hocalarının meşhurlarından şu isimleri sayabiliriz: Veki’, Isa b. Yûnus, Hammad b. Zeyd, Kadı Ebu Yûsuf, Mâlik, Şerik, İbrahim b. Sa’d, Fuzayl b. lyaz, Muafi b. İmran ve Abdullah b. Mübarek. Kendisinden de Ahmed b. Devreki, Muhammed b. Yûsuf el-Cevherî, Muhammed b. Müsennâ, Seriyyü’s-Sakatî, Ömer b. Musa ve İbrahim b. Hanî en-Nisabûrî gibi büyük zâtlar ders almıştır (4). Allah’tan korkan ve niyeti iyi olan kimseler için hadis taleb etmeden daha büyük, daha faziletli bir ilim olmayacağını belirten Bişr, bundan ötürü fazla hadis rivayetinde bulunmamıştır. Hatta kendisine neden hadis rivayet etmiyorsun, denildiğinde de şu karşılığı veriyordu: “Nefsim konuşmak ve rivayet yapmak istiyor, ben onun için susuyorum. Eğer nefsim susmak istese o zaman da konuşurum.” (5) Helâl ve harama riayet eder, çok oruç tutar, çok ibadet ü taatte bulunur, gösteriş ve riyadan son derece sakınırdı. Şöhretten Allah’a sığınırdı, yanına bir üçüncü insan sohbete gelince meclisi terkeder, oradan ayrılırdı. En yakın dostlarını bile ziyaretine kabul etmezdi. Ebu’l-Hasan kendisine adam göndererek ziyareti için izin taleb etmişti. Fakat Bişr O’na mektup yazarak, “Senin benim ziyaretime gelmen hem bana hem de sana şöhret olur, onun için müsaade etmiyorum” şeklinde karşılık verdi (6). İnsanların kendisine karşı gösterdikleri teveccühten de son derece rahatsız olurdu. Ebu Ali ed-Dekkak anlatıyor: Bişr bir yerden geçerken insanların bulunduğu yere uğradı ve onlar kendisi için şöyle konuştular: “Bu adam gecenin tamamını uyanık geçirir, oruç tutar ve üç gün geçer de iftar etmez.” Bunu duyan Bişr ağlamaya başladı. Kendisine neden ağladığını soranlara: “Ben öyle değilim, geceyi tamamen uyanık geçinmiyorum, oruç tutuyorum, lakin iftar etmediğim bir gece yok, üzerimde bunun altında ben nasıl kalkarım.” sözleriyle endişesini belirtti (7). Ebu Hafs Amr b. Musa, Bişr’in şöyle söylediğini nakleder: “Rabbim beni dünyada meşhur etti, umulur ki, ahirette beni rezil ve rüsvay etmez” (.

Nefsin isteklerine karşı daima muhalefet etmiş ve kırk sene canı kızartılmış et istemesine rağmen onu almamış ve alacak da parası olmamış. Uzun seneler baklava isteğini de, nefsi şımartır düşüncesiyle reddetmiştir. Günlerce aç kalır ve kendisini bu mevzuda yemeye teşvik edenlere karşı da, “Açlık kalbi safileştirir, heva ve hevesi öldürür, ilmin inceliklerini insana ilham eder” (9). Nafaka mevzuunda rıfk ve iktisadı tavsiye eder, “Malınız olsa da aç yatmanız sizin için tok yatmanızdan daha iyidir” sözleriyle etrafındaki insanlara nasihatta bulunurdu (10). Hele şüpheli şeyleri yiyip içmekten son derece kaçınır, hatta bu meseleyi belki ifrat dereceye vardırarak, deniz suyu içer, haram para ile akıtılma ihtimali olduğu için sultanların akıttığı çeşmelerden su içmezdi (11).

Nefsini tezkiye etmez ve onu herkesten düşük görürdü. Yolda yürürken bir sarhoş gelip, “Ey benim efendim Ebu Nasr” diyerek Bişr’in boynuna sarılıyor, yüzünü gözünü öpüyor ve ondan ilgi istiyor. Bişr ise onu kendisinden uzaklaştırmıyor ve gözleri çeşme gibi dolu dolu şu sözleri söylüyor: “Bu adam kendisinde hayır umduğu birisine karşı bu şekilde muhabbet besliyor. Belki de bu muhabbet besleyen kurtuluşa erecek, fakat muhabbet beslenilenin hali ne olacak onu bilemiyorum” (12).

Nefsin her isteğini yerine getiren ve onu tezkiye eden insanın büyük tehlikede olduğunu yine büyük bir zât şu sözleriyle dile getirir ve bu işin tehlikesine işaret eder: “İnsan cibilliyeti ve fıtratı itibariyle nefsini sever. Belki evvela ve bizzat yalnız zâtını sever, başka her şeyi nefsine feda eder. Mâbud’a layık bir tarzda nefsini medh eder. Mâbud’a layık bir tehzih ile nefsini meayibden (ayıplardan) tenzih ve terbiye eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine layık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa eder… Nefs, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâva eder. Mabuduna karşı adavetkârane bir isyanı taşır…” (13). Bişr b. Haris, yaptığı her işi Allah rızası için yalnız O’nun hoşnutluğu için yapar ve insanlara karşı bilinmeyi ve görünmeyi asla arzu etmezdi. Ahmet b. Salt şöyle dediğini nakleder: “Müminin ganimeti, insanların ondan gafletidir, onun da yerini insanlardan gizlemesidir.” (14). İnsanların aziz olmasını halktan istiğnada, insanın şerefinin de gece ibadetine devam etmekte olduğunu söylerdi (15). Bundan dolayı dünyanın hiç bir şeyine ehemmiyet vermez ve dünyalık için emir kapısında olan insanları takbih ederdi (16). Hamza b. Dıhkan diyor ki, bir gün Bişr b. Hâris’e, “Sizinle bir gün beraber olmayı çok arzu ediyorum.” dedim. “İstersen bir gün beraber ol!” dedi ve mescidden içeri girdi. Orada dört rekât namaz kıldı ki, ben öyle güzel namaz asla kılamam ve secdede şunları söylediğini işittim: “Allah’ım! Sen azametinle bilirsin ki, zillet benim için şereften daha sevimlidir, iyidir, yine sen bilirsin ki, Allah’ım fakirlik benim için zenginlikten daha iyidir. Allah’ım! Sen bilirsin ki, senin muhabbetine hiçbir şeyi katiyyen tercih etmem, ben bu samimi ve içten tazarru ve niyazı işitince kalbim hopladı ve hıçkırıklarıma mâlik olamadan ağlamaya başladım. Benim orada olduğumu farkedince de şunları söyledi: “Allah’ım! Sen biliyorsun ki, eğer şu adamın burada olduğunu bilseydim bunları konuşmazdım.” (17). Riyadan o kadar korkar ve kaçardı ki, insanlar öldükten sonra bile riyakâr olabilir, derdi. Kendisine bunun nasıl olacağını soranlara da şöyle cevap verirdi: “Cenazesinde insanların çok olmasını arzu eden insanlar öldükten sonra müraidir.”(1.

Akıl ve hikmet sahibi olan Bişr, asla dedikodu yapmaz ve katiyyen kimseyi çekiştirmezdi. İbrahim Harbi diyor ki, Bağdad şehri Bişr’den daha akıllısını ve lisanını daha iyi muhafaza edeni çıkarmamıştır. Sanki her kıl başı bir akıl vardır onda. İnsanlar kendisini elli sene takip etmişlerdir de bir Müslüman için bir tek gıybet yaptığı duyulup görülmemiştir. Ben ondan faziletlisini görmedim.” (19). Bişr b. Hafî aynı zamanda büyük bir muhasebe ve tefekkür insanı idi. Allah’a karşı günah işlememenin ve saygısızlık yapmamanın ancak tefekkürle mümkün olacağını belirtirdi (20). İman nimetinin büyük bir nimet olduğunu, bunun için ciddi şükür gerektiğini beyan etmektedir. Kızkardeşi Zübde kendisinden şu hususu rivayet etmiştir: Kardeşim Bişr b. Hafî bir gece bana gelmek üzere kapının önüne geldi ve adımının birisini içeri attı, diğeri dışarıda olduğu halde tefekkür etmeye başladı. Ben içeri girmesini bekleyip durdum. Ta sabaha kadar olduğu yerde kaldı ve sabah olunca da ben kendisine: Bu gece boyu neyi tefekkür ettin ki, ta sabah oldu? dedim. Bana şu cevabı verdi: “İsmi Bişr olan hıristiyanları, yahudileri ve Mecusileri düşünüyordum. Halbuki benim de ismim Bişr’dir. Allah beni İslâm nimetiyle nimetlendirmiş, bunu tefekkür ediyordum” (21).

Allah yolunda gizlice verilen sadakayı çok makbul sayar hatta bir kısım riya karışması ihtimali olan ibadetlerden üstün tutardı. Hasan b. Amr, kendisinden şunları işittiğini rivayet eder: Allah yolunda sarf edilmek üzere verilen sadaka Hac’dan, Umre’den ve Cihad’dan insan için hayırlıdır” dedikten sonra sebep olarak da şunları ilave eder: “Hac’da, Umre’de ve Cihad’da kişi hazırlığını yapacak, bineceği bineğe binecek, gideceği yere gidecek ve tekrar dönüp gelecek ve halk bu insanın ne iş yaptığını, ne amel yaptığını bilecek, böylece yaptığı bu ibadetlere riya karışabilir. Yalnız Allah yolunda verilen sadaka böyle değildir. O’nu Allah’tan başka bilen olmayacak”(22). Cömert insanı çok sever, cimriden nefret ederdi. Hatta cimri insanın yüzüne bakmanın insanın kalbini karartacağını söylerdi. (23). Cömertliğe verdiği değer şu sözünden iyi anlaşılmaktadır: “Cömert olan yol kesici, Allah nezdinde cimri olan sûfiden daha sevimlidir.” (24).
Abdurrahman b. Ebi Hatim anlatıyor: Bişr b. Haris şöyle söylemiş: Resulullah (A.S)’i rüyamda gördüm bana şöyle dedi: Ey Bişr bilir misin Allah Tealâ sizi akranınız arasından neden bu mertebeye yükseltti? Ben: “Bilmiyorum ya Resulullah” dedim. Peygamberimiz şöyle buyurdular: “Sünnetime tâbi olman, salih insanlara hizmet etmen, Müslüman kardeşlerine nasihat etmen, ashabımı ve ehli beytimi sevmenden ötürü Allah Tealâ seni bu yüce mertebelere erdirdi” (25). Ümmetin kalbinde Bişr’in büyük bir yeri vardır. Allah Tealâ bütün insanlara onu sevdirmiştir. Bilal el-Havvas anlatıyor: Ben Beni İsrail çölünde bulunuyordum. Birisi benimle beraber yürüyordu. Halinden taaccüb ettim, sonra bana ilham edildi ki, bu Hızır’dır. O’na şöyle dedim: Hak hakkı için sen kimsin?
- Ben kardeşin Hızır’ım, dedi. Ben kendisine, “Sizden bir şey sormak istiyorum” dedim.
- Sor, dedi ve Ben:
- Şafii hakkında ne dersiniz? Hızır:
- O, evtad’dandır. Ben:
- Ahmed b. Hanbel hakkında ne dersiniz? Hızır:
- O, sıddıklardan biridir. Ben:
- Bişr b. Hâris el-Hafi hakkında ne dersiniz? Hızır:
- O’ndan sonra onun gibisi yaratılmamıştır, dedi.
Süfyan b. Muhammed el-Masisi diyor ki, vefatından sonra Bişr b. Hâris’i rüyamda gördüm ve kendisine, “Rabbin sana ne ile muamele etti?” dedim. Bana Rabbim beni affetti ve cennetin yarısını benim için helâl kıldı ve bana dedi ki, Ya Bişr sen ateş üzerine secde etseydin, insanların kalbine seni koyduğumun hakkını eda etmiş olamazdın” (27).
Bişr b. Haris hicrî 227′de 75 yaşında iken Bağdat’ta vefat etmiştir. Yahya b. Abdülhumeyd diyor ki, ben Bişr’in cenazesinde Ebu Nasr et-Timar ile Ali b. Medinî’yi gördüm diyorlardı ki, “Vallahi bu ahiretten önce dünya şerefidir. Bişr’in cenazesi sabah namazından sonra defnedilmek üzere yola çıkarıldı. Kalabalıktan yatsıya ancak kabrine konulabildi. (2. Allah’ın rahmeti O’nun ve emsalinin üzerine olsun.



Yorum Yapın